Suriye’de 2024 yılında güvenlik açısından takip edilen ve bu alanı şekillendiren temel meseleler/eğilimler şu şekilde olmuştur:
- Suriye’deki fiili bölünme, egemenlik sorunları ve hukuksal statüsü belirsiz bölgelerin geleceği,
- YPG/PKK ve DEAŞ terör örgütlerinin yarattığı güvenlik riskleri,
- Büyük ölçüde azalmış olsa da Suriye rejimi ve muhalifler arasındaki askerî çatışmalar,
- Suriye’nin güneyindeki otorite boşluğu ve derin ekonomik krizin beslediği askerî istikrarsızlıklar ve toplumsal protestolar,
- Suriye rejiminin güvenlik sektörünün, önemli bir bölümü yabancı olan milis güçlere dayanmasının yarattığı istikrarsızlıklar ve iç çatışmalar,
- Yabancı güçlerin Suriye topraklarında farklı amaçlarla bulunan askerî varlıkları,
- Suriyeli silahlı muhalif gruplar arasında zaman zaman çatışmaya dönüşen rekabet,
- Suriye’nin doğusunda YPG/PKK otoritesine karşı çıkan Arap aşiretlerin ayaklanmaları ve zaman zaman ortaya çıkan çatışmalar.
2025 yılında Suriye’de güvenlik alanında bu başlıkların nasıl bir seyir izleyebileceği, siyasi çözüm çabalarının bu başlıklara ya da bu konuların siyasi çözüm süreçlerine nasıl etki edebileceğinin takip edilmesi bekleniyordu. Ancak 2024 yılının son ayında Suriye’de beklenmedik bir hız içinde Baas rejimi yıkıldı. Bu değişim ülkede güvenlik alanındaki dinamikleri de kritik bir şekilde etkiledi. Yine de 2025 yılında bahsi geçen bu başlıklar büyük oranda Suriye’nin güvenlik alanındaki temel meseleleri olacaktır. Suriye’de rejim değişikliği ülkedeki güvenlik risklerinin azalmasına imkân sağlayacak bazı güvenlik sorunlarının dönüşerek devam etmesine yol açacaktır. Son olarak Suriye’de yeni dönem bazı yeni güvenlik başlıklarını da ülkenin gündemine sokacaktır.
2024 yılında Suriye’de egemenlik sorunlarına ilişkin iki temel mesele; Suriye rejiminin otoritesi dışında kalan Suriyeli muhalifler ve YPG/PKK’nın kontrolü altındaki bölgelerin statüsü olmuştur. Suriye’de yeni dönem, rejim ile muhalifler denetimindeki bölgelerin tamamının Şam’da kurulan yeni siyasi otoritenin egemenliği altına girmesini sağlamış ve bu açıdan sorun çözülmüştür. YPG/PKK ise Fırat’ın batısında kalan Tel Rıfat ve Münbiç’ten çekilmek durumunda kalmış ancak Fırat’ın batısındaki kontrolünü korumayı başarmıştır. 2025 yılında Suriye yönetimi açısından temel güvenlik meselesi YPG/PKK bölgelerinin Şam’ın otoritesi altına alınması olacaktır. Bu açıdan Şam yönetiminin elinin daha güçlü olduğu ancak YPG/PKK’nın hem ABD’den aldığı destek sayesinde sahip olduğu askerî kapasite hem de ABD ve Avrupa ülkelerinin vereceği siyasi destek ile olabildiğince merkezden bağımsız bir statü elde etmek için çabalayacağı söylenebilir. Türkiye ise bu meselede Şam yönetiminin ülkesinde otoritesini tesis etme çabasına her açıdan destek olacaktır. 2025 yılında bu başlık ile bağlantılı bir diğer güvenlik meselesi, geçmiş yıllarda da var olan YPG/PKK ve Arap aşiretler arasındaki çatışmalar olacaktır. Uzun yıllardır takip edilen bu eğilimin, 2025 yılı içinde Rakka ve Deyr ez-Zor vilayetlerinde güçlenerek devam etmesi beklenebilir. YPG/PKK’nın ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) yapılanması içindeki silahlı Arap unsurlar giderek daha fazla Şam yönetimine bağlanabilir, halkın YPG/PKK varlığına dönük protestoları artabilir. YPG/PKK, Kürt nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerde de daha fazla baskıya maruz kalabilir ve bunu aşabilmek için de uzun yıllardır faaliyet ve yaşama hakkı tanımadığı PYD dışı Suriyeli Kürt siyasi partiler ile anlaşmak durumunda kalabilir. Yine bu başlıkla bağlantılı olarak; YPG/PKK ve DEAŞ terör örgütlerinin ülkede güvenlik riski yaratmaya devam edeceği ancak risklerin azalacağı söylenebilir. İlk olarak ülkede güvenlik sektörünün yapılanmasına bağlı olarak otorite boşluğunun azalacağı öngörüsünden hareketle, terör örgütleri kendilerine boş alan bulmakta zorlanacaktır. Ayrıca bu terör örgütlerinin gelir elde etme ve militan devşirme imkânları kısıtlanacaktır. Terör açısından en büyük risk YPG/PKK’nın DEAŞ kartını oynama ihtimalidir. YPG/PKK’nın geleceği büyük oranda DEAŞ tehdidinin varlığına bağlıdır. Dolayısıyla örgüt kendi varlığını korumak için DEAŞ militanlarının tutulduğu hapishaneleri ve DEAŞ militanlarının ailelerinin kaldığı kampları boşaltmayı, bilinçli şekilde güvenlik açıkları yaratarak DEAŞ tehdidini canlı tutmayı tercih edebilir. Bu durum başta Suriye olmak üzere Türkiye ve Irak’ın güvenliği üzerinde ciddi riskler yaratacaktır.
Suriye rejimi ve muhalifler arasındaki sınırlı çatışma dinamiği ortadan kalkmıştır. Ayrıca Suriyeli muhalifler arasında zaman zaman yaşanan düşük çaplı çatışmalar da söz konusu olmayacaktır. Suriye rejimi güvenlik yapılanması kendiliğinden ortadan kalkmış, rejimi destekleyen yabancı milis unsurlar ülke dışına çıkmıştır. Suriye’nin güneyinde; adam kaçırma, suikastlar, askerî araçlara saldırılar şeklinde tezahür eden güvenlik olayları azalacak ya da yaşanmayacaktır. Zira bu yaşananlar, rejim güçleri ile şehir merkezlerinde güvenliği sağlayan eski muhalif güçler arasında devam eden çelişkiden kaynaklanmaktaydı. Ancak bu kısımda bahsedilen güvenlik sorunlarının dönüşerek de olsa risk oluşturmaya devam edeceği söylenebilir. Bu açıdan en kritik mesele yeni Suriye yönetiminin uzun yıllardır rejime karşı mücadele eden değişik silahlı muhalif grupları savunma bakanlığı ve yeni ordu yapılanması altında toplama girişimidir. Bu noktada Heyet Tahrir Şam’ın (HTŞ) diğer silahlı grupların orduya entegrasyon sürecinde benimseyeceği politika ile diğer silahlı muhalif grupların otonom bir pozisyon arayışına girme çabaları gibi tercihler belirleyici olacaktır. Suriye’de devrimin öncülüğünü yapan HTŞ grubunun geçmişte diğer bazı muhalif gruplar ile sorunları da olmuştur. HTŞ’nin diğer grupları tasfiye etme çabaları ya da HTŞ dışındaki grupların ayrıcalıklı statü taleplerinde bulunması, güvenlik alanında ciddi bir istikrarsızlık yaratabilir. Ancak 2024’ün son haftalarında atılan bazı adımlar bu açıdan riskin düşük olduğuna işaret etmektedir. Suriye’nin fiili lideri Ahmed eş-Şera, ülkenin önde gelen silahlı gruplarının liderleri ile birkaç kez bir araya gelmiş ve silahlı grupların kendilerini lağvederek Suriye Savunma Bakanlığı ile koordineli şekilde hareket etmesi konusunda anlaşma sağlanmıştır. Bu yaklaşım Şera’nın güvenlik sektörünü bütünleştirme ama bu süreci iş birliği yolu ile yürütme arayışına işaret etmektedir. Bu görüşmelere HTŞ ile eskiden ciddi sorunlar yaşayan grupların da katılmış olması umut vadetmektedir. Suriye rejimi ve muhalifler arasında çatışma dinamiği ise dönüşerek ama çok daha düşük bir seviyede risk oluşturmaya devam edebilir. Bu açıdan en büyük risk Baas rejimi kalıntılarının ülkede istikrarsızlık yaratma potansiyelidir. Baas rejimi kalıntılarının 2024’ün son haftasında Tartus kırsalında Suriye İçişleri Bakanlığı güçlerine dönük saldırısı ilk örnek olarak kayda geçmiştir. Baas rejimini destekleyen yabancı milis unsurlar büyük oranda ülke dışına çıkmıştır ve yeni yönetimin varlığına dönük tehdit oluşturabilecek kapasiteleri söz konusu değildir. Ancak hücre yapılanmaları yoluyla ülkedeki geçiş sürecini ve istikrarı bozmak isteyebilirler. Bu başlıklar ile bağlantılı ve 2025 yılı içinde yeni bir güvenlik dinamiği olarak takip edilmesi gereken konu ise Baas rejimini destekleyen sınırlı bazı toplumsal kesimlerin yeni yönetime dönük toplumsal ve belki silahlı meydan okumaları olabilir. İlk örnek yine aralık ayının sonunda Lazkiye, Tartus ve Humus vilayetlerinde yaşanmıştır. Ancak bu meydan okuma çok fazla büyümeden sonlanmıştır. Zira Ahmet eş-Şera’nın da ülkedeki Dürzi ve Hristiyan toplumlarının önde gelenleri ile yaptığı görüşmeler, Suriye yönetiminin verdiği mesajlar ve güvenlik birimlerinin şimdiye kadarki uygulamaları toplumsal fay hatlarının istismarına imkân tanımamıştır. Ancak rejim kalıntılarının ve Suriye’de yeni dönemde oyun bozan rol oynamak isteyebilecek İsrail ve İran gibi aktörlerin bu hassasiyetler üzerinden bir istikrarsızlık yaratma çabasının olabileceği söylenebilir.
Suriye’de 2025 yılında güvenlik alanında izlenmesi gereken son dinamik, yabancı güçlerin ülkedeki varlığına ilişkindir. Bu bağlamda en büyük risk unsuru olarak İsrail’in bölgedeki rolü öne çıkmaktadır. İsrail, Suriye’deki geçiş sürecini fırsata dönüştürerek Golan Tepeleri’ndeki işgali genişletmiş, Suriye’nin stratejik askerî altyapısını ortadan kaldırmaya dönük hava saldırıları serisi gerçekleştirmiştir. İşgalin genişletilmesi İsrail ile Suriye arasında uzun vadeli egemenlik sorunlarını beraberinde getirecektir. Ayrıca saldırıların devam etmesi Şam yönetiminin ülkede otoritesini tesis etme ve birliği sağlama çabalarını zayıflatacaktır. Ülkedeki İran askerî varlığı tamamen çekilmiştir. Suriye rejimini destekleyen diğer dış aktör olan Rusya’nın askerî varlığının geleceği ise belirsizdir. İlk aşamada, Rus askerî güçlerinin Türkiye sınır bölgesi, güney Suriye, Humus ve Halep kırsalı gibi stratejik bölgelerden çekilmek durumunda kaldığı gözlemlenmiştir. 2025 yılının başlangıcı itibarıyla Rusya’nın Suriye’deki askerî varlığı Hmeymim Hava Üssü ve Tartus Deniz Üssü ile sınırlıdır. Suriye’deki Rus üslerinin geleceği Şam ile Moskova arasında yapılacak müzakereler ile belirlenecektir ancak bu konuda Batı’nın alacağı pozisyon da etkili olacaktır. Türkiye’nin Suriye’deki askerî varlığı ise Astana Süreci kapsamında varılan uzlaşılarla oluşturulmuştur. Yeni dönemde Ankara ile Şam arasında güvenlik alanında yakın bir iş birliği tesis edileceği öngörüsünden hareketle, Türkiye’nin askerî varlığının, yeni Suriye yönetiminin sınır güvenliğini sağlama ve terörle mücadelede somut sonuçlar elde etmesinin ardından, kolaylıkla çözüme kavuşturulabilecek bir mesele olduğu ifade edilebilir. Son olarak Suriye’deki ABD askerî varlığının geleceğini; Donald Trump’ın alacağı kararlar, ABD-Türkiye arasında YPG/PKK’nın geleceğine ilişkin yürütülecek müzakereler ve Şam yönetiminin ABD askerî varlığına ilişkin pozisyonu belirleyecektir.
Suriye 2011 yılından bu yana istikrarsızlıklar ve çatışmalar ile gündeme gelen bir ülke olmuştur. Suriye’de krizin sona ermiş olması yeni dönemde daha çok siyasi geçiş çabaları, diplomatik girişimler ve yeniden inşa ve ekonomik kalkınma gibi eğilimleri öne çıkaracaktır. Ancak bu durum yaklaşık 14 yıldır krizlerle baş etmeye çalışan bir ülkede kısa vadede tam istikrarın sağlanabileceği anlamına gelmemelidir. Yine de yazı içinde bahsedildiği üzere, geçmişten kalan güvenlik sorunları açısından risklerin kritik seviyede azaldığı ve tamamen çözümü adına da koşulların daha uygun olduğu söylenebilir. Bu açıdan en önemli fırsat; çok az sayıdaki aktör dışında uluslararası toplum ve bölgesel aktörlerin çok büyük çoğunluğunun Suriye’de gerçek anlamda istikrarı tercih ediyor olmasıdır.