Oytun Orhan, ORSAM Ortadoğu Uzmanı, A.İ.B.Ü. Uluslararası İliş. Doktora
Suriye’de rejim karşıtı ayaklanma iki yıla yaklaşan bir süredir devam emektedir. Ayaklanmanın ilk döneminde geniş halk kitleleri sivil yöntemler aracılığı ile değişim taleplerini dile getirmişti. Ancak Esad yönetimi ilk baştan itibaren ayaklanmayı güç kullanarak bastırma yöntemini seçmişti. Bu aşamada toplu gösteriler sırasında sivil insanlar üzerine topluca ateş açılmış, ordu ayaklanmayı bastırma aracı olarak kullanılmıştır. Rejimin sert yöntemleri benimsemesi ve herhangi bir muhalif harekete müsamaha göstermemesi neticesinde siyasal ve askeri muhalefet Suriye içinde örgütlenme imkanı bulamamıştır.
Bu nedenle siyasal muhalefet daha çok Türkiye’de olmak üzere Suriye dışında örgütlenmeye çalışmış ve muhalefetin önemli bir bölümü uzun yıllardır Suriye dışında yaşayan kişi ya da gruplardan oluşmuştur. Askeri muhalefet ise teknolojik yetersizlik, maddi imkansızlık ve rejim baskısı nedeniyle örgütlü bir yapı oluşturmayı başaramamıştır. Yaklaşık olarak 50 ile 2000 kişi arasında değişen sayıda askerin oluşturduğu birlikler bulundukları bölgedeki mücadele ve etkinlik ile sınırlı kalmıştır. Dolayısıyla halen çok parçalı niteliğini koruyan bir askeri muhalif yapılanma ortaya çıkmıştır. Bu yapı herhangi bir liderlik tarafından yönetilmemekte ve gruplar arasında hiyerarşik bir ilişki bulunmamaktadır. Bir bölgeyi, semti kontrol eden çok fazla sayıdaki “tugaylar” birbirinden bağımsız hareket etmektedir.
Silahlı direniş boyutuna geçilmesi ile beraber rejim değişimini savunan aktörler, Suriye dışında örgütlenen çeşitli Suriyeli sivil toplum kuruluşları, siyasal parti ve bazı önde gelen kişiler üzerinden Suriye’de rejime karşı mücadele yürüten gruplara para, insani yardım, iletişim araçları, teknolojik imkanlar ve silah aktarmaya başlamıştır. Oluşan bu sistem Suriye’deki parçalı ve dağınık muhalefeti daha da atomize etmiştir. Çünkü Suriye muhalefetine yapılan yardımlar merkezi kontrolden mahrum kalmıştır. Dolayısıyla Suriye’deki çok parçalı muhalif yapının ilk nedeni Suriye ve muhalefetin kendine özgü koşulları iken diğer önemli faktör Suriyeli muhaliflere verilen desteğin merkezi kontrolden bağımsız gerçekleşmesidir. Her bir ülke, her bir örgüt ve hatta güçlü kişiler Suriye içinde kendine yakın gördüğü, iletişim kurabildiği grupları desteklemeye başlamıştır. Bu da sadakati sadece finansal destek aldığı yere olan ve bunun dışında hiçbir üst otoriteyi tanımayan silahlı grupların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dolayısıyla Suriye’deki muhalefetin tek çatı altında toplanabilmesi için öncelikle Suriye’ye aktarılan yardımların merkezileşmesi gerekmektedir.
Siyasal muhalefetin durumuna bakıldığında da benzer bir durum ortaya çıkmaktadır. Ülke dışında örgütlenen Suriye Ulusal Konseyi isimli siyasal muhalif yapı, büyük çoğunluğu uzun yıllardır Suriye dışında yaşayan kişilerden oluşması, siyasal muhalefet geleneğine ve örgütlenme tecrübesine sahip olmaması, kişisel ve gruplar arası çıkar ve öne çıkma mücadeleleri gibi gerekçelerle bir türlü Suriye içi ve uluslararası alanda tam meşruiyet kazanamamıştır. Bu yapılanmaya yönelik en başta gelen eleştiriler şu şekildeydi:
– Suriye içindeki muhalifler üzerinde doğrudan etkiye sahip olmaması,
– Suriye sokağını yönlendirememesi,
– Askeri muhalefeti yönetme gücünün olmaması,
– Önemli bir kısmının uzun yıllardır Suriye dışında yaşayan kişi ve gruplardan oluşması,
– Liderlik kadrosunun Suriye içinde çok da güçlü olmaması,
– Farklı gruplar arasındaki liderlik mücadelesi nedeniyle kendi aralarında bir türlü bütünlük sağlayamamaları,
– Müslüman Kardeşler örgütünün Suriye Ulusal Konseyi’ni çok fazla kontrol ediyor olması,
– Suriye’deki Nusayri, Hıristiyanlar ve Kürtler gibi azınlık gruplara güven telkin etmemesi ve bu grupları temsil etmemesi.
Suriye siyasal ve askeri muhalefetinin durumuna karşılık Suriye rejimi beklenenin aksine büyük ölçüde bütünlüğünü korumayı başarmıştır. Bunun nedenlerini ise şu şekilde sıralayabiliriz.
– Suriye güvenlik yapılanmasının mezhepçi niteliği,
– Siyasi yapı ve ekonomik yapı arasındaki çıkar birlikteliği,
– Azınlık grupların Sünni iktidarından çekinmeleri nedeniyle rejime yakın olmasalar da ayaklanma hareketine katılmamaları,
– Ayaklanma hareketinin belli bir kısmının radikalleşmesi ve El Kaide gibi terör örgütlerini de içermeye başlaması,
– Ayaklanmanın radikalleşmesinin Suriye halkının bir kısmı ve bazı dış aktörleri kaygılandırması,
– Rusya-Çin-İran’ın Esad yönetimine verdiği siyasal, diplomatik, ekonomik, askeri ve lojistik destek.
Bu faktörler neticesinde Esad yönetimi beklentinin ve bölgedeki diğer örneklerin aksine iktidarını korumayı başarmıştır.
Bir açıdan bakıldığında muhalefet rejimi devirememiştir. Ancak diğer bir açıdan rejim ayaklanmayı bastıramamakta ve tersine muhalefet giderek güçlenmektedir. Askeri muhalefet eylem düzenleme kapasitesi, kontrol edilen alanların genişletilmesi, savaşan birliklerin daha organize hale gelmesi gibi konularda ilerleme kaydetmektedir. Düzenli orduya karşı yürütülen mücadelede daha profesyonel taktikler kullanıldığı görülmektedir. Bunun yanı sıra Suriye muhalefeti ve Özgür Suriye Ordusu’nun iddialarına göre ülke topraklarının `’ından fazlasının kontrolünü ellerinde bulundurmaktadırlar.
Bütün bunlara karşın Suriye’deki mevcut güç dengesine yeni bir faktör girişi olmadığı takdirde silahlı muhalefetin mevcut haliyle düzenli orduyu yenebilmesi mümkün gözükmemektedir. Mevcut denkleme eklenerek muhalifleri rejimi yıkmaya taşıyabilecek unsurlar ise şunlar olabilir:
– Suriye güvenlik birimlerinin çözülmesi,
– Suriye dışından bir aktörün (ya da aktörlerin) askeri müdahalesi ya da bazı askeri zorlama tedbirleri alması.
– Suriye silahlı muhalefetine, düzenli ordu ile savaşabileceği çapta her türlü lojistik desteğin sağlanması ve askeri muhalefetin düzenli ordu yapısına kavuş(turul)ması,
İlk iki unsur açısından bakıldığında gerçekleşme olasılıklarının son derece düşük olduğu görülmektedir. Suriye güvenlik birimleri iki yıla yakın süredir büyük ölçüde bütünlüğünü korumuştur ve kısa dönemde bunun aksini mümkün kılacak bir ortam bulunmamaktadır. İkinci unsur açısından bakıldığında da, bölgesel ve bölge dışı güçlerin pozisyonları incelendiğinde bu olasılık neredeyse imkansız gibidir. Böyle bir operasyonun öncülüğünü yapması beklenen ABD, Fransa, İngiltere gibi ülkeler iç kamuoyu baskısı, Suriye’deki şartların askeri müdahaleyi mümkün kılmaması ve ekonomik gerekçelerle askeri müdahaleye uzak olduklarını göstermektedir.
Bu şartlar altında siyasal ve askeri muhalefet üzerinden Suriye’de değişimi sağlamak en uygun politika seçeneği olarak öne çıkmaktadır. Bunun için siyasal ve askeri muhalefetin ilk başta sıralanan zayıflıklarını ortadan kaldırarak daha etkin bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Bu çabaların önderliğini yakın zamana kadar Türkiye üstlenmiştir. Bundan sonra da Türkiye’nin bu süreçte kritik rol oynayacağı kesindir. Ancak ABD, özellikle Başkanlık seçiminin ardından, Suriye siyasal ve askeri muhalefetini örgütleme sürecine doğrudan müdahil olmaya başlamıştır. Bu çerçevede ilk adım olarak Katar’ın başkenti Doha’da toplanan Suriyeli muhalifler, “geniş katılımlı yeni bir çatı örgütü” kurmuştur. Suriye Muhalefeti ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu adı altında kurulan yeni çatı örgüt ilk aşamada uluslararası tanınma, sürgünde Suriye hükümetinin kurulması, askeri desteğin arttırılması ve muhaliflerin kontrolündeki bazı alanlarda uçuşa yasak bölge ilanı konularında çaba sarf edecektir. Suriye Ulusal Konseyi’ndeki Müslüman Kardeşler ağırlığının aksine yeni yapıda uzun yıllardır Suriye’de rejime karşı muhalefet sergileyen Muaz El Hatip, Riyad Seyif ve Süheyr Atasi gibi isimler sırasıyla Başkan ve Başkan Yardımcılıklarına getirilmiştir. Bunun yanı sıra Suriye içindeki liberal-seküler muhalefet, azınlık grupları da daha fazla temsil imkanına kavuşmuştur. Suriye Ulusal Konseyi ise 63 kişilik yeni Meclis’te 22 sandalye elde edebilmiştir. Etkinlik daha çok sahada mücadele yürüten kişilere geçmiştir. Her vilayetten “Yerel Konsey” temsilcileri yer almıştır. Suriye Ulusal Konseyi’nde temsilcisi olmayan Suriyeli Türkmenler üç sandalye ile temsil edilmiştir. Bunun yanı sıra Arap aşiretler, Suriye Yazarlar Birliği, Suriye İş Forumu, Suriye Alimler Birliği gibi sivil toplum kuruluşları, Dürzi lider Sultan Paşa Atraş’ın kızı Muntaha Atraş’ı temsilen Ziyad Abu Hamdan, Suriye içinde uzun yıllardır muhalif hareket içinde yer alan Mişel Kilo gibi seküler-liberal isimler yeni Meclis’te yer almıştır. 16 farklı Suriyeli Kürt partisinin çatı örgütü Kürt Ulusal Konsey’inin de Suriye Ulusal Koalisyonuna katılımı konusundaki görüşmelerin sonuçlandığı belirtilmektedir. Buna göre Kürt Ulusal Konseyi lideri Faysal Yusuf’un Koalisyona girmeyi kabul ettiği bildirilmiştir. Eğer bu gerçekleşirse Başkan yardımcılıklarından birinin Kürtlerden olması ve Meclis’te Kürtlere temsil imkanı verilmesi ve iktidar değişimi sonrasında yeni kurulacak devletin adının “Suriye Cumhuriyeti” şeklinde değiştirilmesi konusunda uzlaşılmıştır. Ayrıca gelecekte Kürt bölgelerinde seçime gidilerek Kürtlerin kendilerini temsil edecek kadroları seçmesi ve Kürt halkının haklarının anayasal güvence altına alınmasının da uzlaşılan konular arasında olduğu belirtilmiştir.
Buna paralel olarak bir diğer önemli gelişme Antalya’da gerçekleştirilen toplantı ile dağınık yapıya sahip askeri muhalefeti tek çatı altında toplama girişimidir. ABD, Türkiye, Katar, Fransa, Suudi Arabistan gibi ülkelerin temsilcilerinin de katıldığı toplantıya Suriye’de farklı bölgelerde rejime karşı silahlı mücadele yürüten 550 sayıda subay ve tugay komutanları katılmıştır. Toplantı neticesinde 20’si sivil 10’u da subaylardan oluşan Yüksek Askeri Konsey oluşturulmuştur. Ayrıca beş askeri bölgenin kurulması kararlaştırılmıştır. En önemli unsur her bir askeri birimin başına askeri yetkililerin yanı sıra sivillerin de getirilmesi olmuştur. Böylece askeri birimler üzerinde sivil denetimi oluşturulmaya çalışılmıştır. Yüksek Askeri Konsey’in başına Suriye ordusundan Temmuz ayında ayrılan, Humus doğumlu Tuğgeneral Salim İdris oyların çoğunluğunu alarak genelkurmay başkanı seçilmiştir. Bu yapı, aralarında Özgür Suriye Ordusu’nun de olduğu sahadaki farklı askeri konseyler ile güçleri bir araya getirmeye çalışacaktır. Bu yeni yapıya El Nusre Cephesi, Ahrar Şam gibi El Kaide bağlantılı radikal gruplar dahil edilmemiştir. Toplantı ile Özgür Suriye Ordusu’nun yapısı, uyacağı ilkeler ve çalışma düzeni gibi konularda da uzlaşma sağlanmıştır. Şimdiye kadar Özgür Suriye Ordusu’nun lideri olarak bilinen ancak Suriye’de mücadele vermedikleri için eleştirilen Albay Riyad Esad ve Mustafa el Şeyh gibi isimler karar alıcı pozisyona getirilmemiş, sembolik rütbeler verilmiştir. En önemlisi askeri muhalefete destek sadece bu yapı üzerinden gerçekleşecektir. Böylece Suriye askeri muhalefetinin de merkezi ve bütünlüğü olan bir yapıya kavuşması beklenmektedir.
Bundan sonraki süreçte Suriye’deki iç savaşın nihai olarak sonuçlandırmanın şartları muhtemelen oluşmaya başlayacaktır. Özellikle ABD açısından bakıldığında Suriye sorunu komşu ülkeleri ve Ortadoğu genelindeki istikrarı doğrudan etkilemeye başlamıştır. Bu anlamda Lübnan ve Ürdün iki kırılgan ülke olarak öne çıkmaktadır. Suriye’deki ayaklanmanın bir Sünni-Nusayri çatışmasına dönüşmesi Lübnan’daki mezhepsel gerginliği körüklemekte ve kimi zaman sıcak çatışmaya dönüşmektedir. Şimdiye kadar istikrarını nispeten koruyan Ürdün’de muhalif sesler yükselmeye başlamıştır. Bunun yanı sıra Ürdün’deki Suriyeli mülteci sayısı 200 bine yaklaşmaktadır. Suriyeli mülteciler, çok sayıda Filistinli ve Iraklı mülteci de barındıran Ürdün’ün istikrarını giderek olumsuz etkilemeye başlamaktadır. Lübnan ama özellikle Ürdün’de istikrarın bozulması ise İsrail’in güvenliğini tehlikeye sokabilir. Bu nedenle sorunun bölgeye yayılmaması için iç savaşın sonuçlandırılması özellikle ABD açısından kritik bir hal almaya başlamaktadır. Ancak önemli sorunlardan biri çatışmanın sürmesinin yaratacağı riskler kadar rejimin yıkılmasının da ciddi güvenlik sorunları doğurması ihtimalidir. Irak örneğinde görüldüğü üzere devlet otoritesinin tamamen ortadan kaldırılması uzun yıllar süren etnik-mezhepsel çatışmalar, terör, siyasal istikrarsızlık ve hatta bölünme gibi riskleri beraberinde getirmektedir. Bu risklerden doğrudan ve en fazla etkilenecek ülke ise Türkiye olacaktır. Bu nedenle Irak tecrübesinden sonra Suriye adına en uygun seçenek Suriye liderliğinin iktidardan çekilmesi ancak devlet otoritesinin tamamen ortadan kaldırılmadığı bir yolun bulunmasıdır. Bu da ABD ve Rusya’nın önderlik ettiği iki karşıt kamp arasında gerçekleşecek bir büyük pazarlık neticesinde mümkün olacaktır.