Arama Yapın

Aramak istediğiniz kelimeyi yazın

Koordinatörlükler

Sina Yarımadası: Bölgesel Sorundan Küresel Soruna

Ortadoğu’da on yıllardır devam eden buhran ortamında çok sık bir şekilde adından söz ettiren Mısır’ın zorlu coğrafyası Sina Yarımadası, Arap Baharı adı verilen süreçle beraber gelinen noktada yine hatırı sayılır bir öneme sahip olmuştur. Özellikle, 2013 yılında Mısır’ın ilk seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin darbeyle devrilmesinden sonra, zaten bölgede var olan gerginliğin tavan yapması ve oradaki Selefi cihatçı oluşum olan Ensar Beyt El-Makdis örgütünün IŞİD’e bağlılık yemini ederek 'Sina Vilayeti' adını alması, Sina sorununu Mısır’ın iç sorunu olmaktan çıkarıp bir anlamda küresel sorun haline getirmiştir.

Bedeviler’in Zorlu Coğrafyası

Sina Yarımadası’ndaki sorunu kavrayabilmek adına, bölge hakkında kısaca bilgiler verilmesinde fayda vardır. Çöllerle kaplı ve toplumunun bedevi kabilelerden oluştuğu Sina,  Mısır devleti tarafından ihmal edilmişliği ve bunun sonucu olarak ekonomik olarak geri kalmışlığıyla bilinmektedir(Burada, ülkenin en önemli turizm kenti olan Şarm El-Şeyh kentinin de bulunduğu Güney Sina Bölgesi, ayrı tutulmaktadır). Bedeviler genel itibariyle yarımadanın kuzeyinde ve orta kesimlerinde yaşamaktadır. Bedevi kabileler, söz konusu geri kalmışlık dolayısıyla kendilerini dışlanmış olarak hissetmektedir. Buna bağlı olarak, ne zaman Sina sorunu açılsa kendilerinin de Mısır toplumunun asli unsuru olduklarını belirtmek ihtiyacı hissederler ve Süveyş’in batısında kalan 'Delta’nın çocukları' veya 'Vadi’nin çocukları'yla (Mısır toplumu genelde Nil Vadisi’nde yerleşmiş olduğu için bu ad kullanılır) aynı haklara sahip olmaları gerektiğini; ancak devletin bu konuda ayırımcılık yaptığını ifade ederler.

Bölgede kaçakçılığın yaygın olması (buna silah kaçakçılığı da dâhil) ve İsrail ile Mısır’ın yıldızının bir türlü barışmadığı Gazze’yle sınırının olması, sınır bölgelerindeki halkın Gazze halkıyla organik ilişkilerinin bulunması, Mısır toplumunun genelinin Sina insanına bakış açısını da olumsuz yönde etkilediği gibi, Sina toplumunun da 'Delta insanına' karşı temkinli yaklaşımını beraberinde getirmektedir. Zira Delta insanı özellikle son dönemde, Gazze’yi ve oradaki Hamas yönetimini milli güvenliklerine bir tehdit, Sina’daki aşiretleri de Gazze ve Hamas’ın Mısır’daki köprüsü olarak görmekteler. Mısır yönetimi Mursi’nin darbeyle devrilmesinden sonra bölgede had safhaya ulaşan silahlı eylemelerin Hamas destekli olduğunu iddia etmektedir. Yine Sina aşiretlerinin arasında çok fazla 'potansiyel İsrail ajanı’ olduğu kanısı Mısır’da uzun süredir var olan hâkim bir düşüncedir. 'Delta insanının' bu algısının Mısır Devleti’nin de resmi görüşü olması hasebiyle, Sina aşiretleri de kendi çıkarlarına, Gazze ile olan 'gayriresmi' ticari ilişkilerine ve bölgedeki silah kaçakçılığına yönelik devleti tehdit olarak gördükleri gibi ‘’Delta insanını’’ da tehdit olarak görebilmektedirler.  Bunun yanı sıra, Sina gençlerinin orduya alınmaması ve halkın mülk edinme hakkıyla ilgili temel sorunlar, bölge insanının devletle ilişkisinin gelişmemesine, zayıf kalmasına ve hatta gerilimli seyretmesine sebep olmaktadır.

Sina Yarımadası’nın çok önemli bir özelliği de, Mısır ordusunun 1978 Camp David anlaşması gereği sınırlı sayıda asker bulundurmasından gelmektedir. İsrail’le imzalanan anlaşma gereği, Sina bölgesi güvenlik ve asker bulundurma açısından üçe ayrılmaktadır. Süveyş Kanalı’ndan başlayarak üçe ayrılan bölgede Mısır ordusunun İsrail sınırına yaklaştıkça askeri varlığı azalmaktadır. Özellikle Muhammed Mursi döneminde, İsrail sınırındaki bir askeri noktada 16 Mısır askerinin bir saldırı sonucu öldürülmesinin ardından Camp David’in ilgili maddesi Mısır kamuoyunda sıkça tartışılan konulardan biri haline gelmiştir.

Ensar Beyt El-Makdis Örgütü ve IŞİD’e Biat

Ensar Beyt El-Makdis Örgütü,  Mübarek rejimini n devrilmesinin ardından ortaya çıksa da, bu tarihten önce de Sina Yarımadası kanlı eylemlere sahne olmaktaydı. Ancak Sina’daki kanlı eylemler, Mübarek’in devrilmesinden sonra ortaya çıkan güvenlik zafiyetinin ardından Ensar Beyt El-Makdis Örgütü’nün ortaya çıkmasıyla farklı bir boyuta girmiştir. Zira bu örgütün ortaya çıkmasıyla beraber, silahlı saldırılar daha sistematik bir hal almıştır.

Ensar Beyt El-Makdis Örgütü’nün temelleriyle ilgili en çok kabul gören tez, bu örgütün köklerinin daha önce Sina’da faaliyet gösteren Tevhid ve Cihad Cemaati adlı örgüte kadar uzandığıdır. Tevhid ve Cihad Cemaati örgütünün kökleri ise 2000 yılına kadar uzanmaktadır.  İsrail’e karşı cihat anlayışıyla kurulan bu örgüt, genel itibariyle İsrail’e giden gaz boru hatlarını ve bazı turist kafilelerini hedef almasıyla bilinmektedir. Ensar Beyt El-Makdis Örgütü de 2011 yılında ortaya çıkmasının ardından yine İsrail’e giden bu gaz boru hatlarını hedef almıştır. Ancak Muhammed Mursi’nin cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından 2012 Ağustos ayında, Sina Yarımadası’nda sınır bölgesindeki bir askeri noktaya düzenlenen saldırıda 16 Mısır askerinin öldürülmesi durumun farklı bir noktaya taşınmasına neden olmuştur.  Bu tarihten sonra ordunun bölgede başlattığı operasyonlar ve bu operasyonlara karşı saldırılar da giderek artmıştır.

Ensar Beyt El-Makdis Örgütü’nün Mısır ordusuna karşı eylemleri Muhammed Mursi’nin Temmuz 2013 darbesiyle görevden alınmasının ardından daha da arttı. Bu eylemleri Müslüman Kardeşler Teşkilatı ve Gazze’deki Hamas Hareketi’ne bağlayan Mısır ordusu karşı operasyonlarını daha da genişletti. Bu durum, Sina Yarımadası’ndaki devlet kontrolünü de iyice zayıflatmıştır.

Sina’da giderek tırmanan gerilim Ensar Beyt El-Makdis Örgütü’nün 2014’ün Kasım ayında IŞİD’e biat etmesi gözlerin bu bölgeye daha fazla çevrilmesine neden oldu. Zira küresel bir tehdit haline gelen IŞİD artık en önemli Arap ülkelerinden birinde daha varlık göstermeye başlamış oldu. Sina’nın İsrail ile sınır bölgesi olması, IŞİD’in burada varlık göstermesini ayrıca önemli kılmaktadır.

Hiç şüphesiz Ensar Beyt El-Makdis örgütünün IŞİD’e biat etmesinin ardında itikad açısından yakınlık olduğu kadar, IŞİD’in bölgede hızla yayılması ve cihatçı gruplar arasında en popüler örgüt haline gelmesi de önemli bir etkendir.  Örgüt’ün IŞİD’e biat etmesinden önce IŞİD sözcüsü Ebu Muhammed El Adnani de Ensar Beyt El-Makdis’i övmüş ve IŞİD benzeri eylemler için cesaretlendirmiştir. Yine aynı şekilde IŞİD’e yakın olan bazı örgütlerin de Mısır ordusunun Sina Yarımadası’ndaki operasyonlarını sıklaştırmasının ardından buradaki cihatçılara yardım çağrısı yapmıştır. IŞİD’e bağlılık yemini ederek 'Sina Vilayeti'’ adını alan Ensar Beyt El-Makdis’in  Suriye ve Irak gibi IŞİD’in hızla yayıldığı bölgelerden destek alma ihtimali de bu kararın alınmasında büyük rol oynamıştır.

Sina Sorununun Küreselleşmesi

Sina Yarımadası’ndaki gelişmeler, her ne kadar en başından itibaren Mısır Devleti için bir otorite ve güvenlik sorunu olsa da buradaki sorun, selefi-cihatçı düşünceye sahip ve sayıları onlarla ifade edilen bir grubun bölgedeki 'terör eylemleri'’ olarak görülmekteydi. Bu 'terör eylemleri' bazen İsrail’e giden gaz boru hatlarını bazen de turist kafilelerini hedef alması sebebiyle dünya kamuoyunda önemli bir yankı uyandırsa da, Sina sorunu son dönemlere kadar çok ciddi bir sorun olarak görülmemiştir. Ancak özellikle Mursi’nin devrilmesinin ardından bölgede ciddi anlamda bir otorite boşluğunun hissedilmesi ve bu otorite boşluğuyla gittikçe güçlenen Ensar Beyt El-Makdis örgütünün kanlı eylemleri, en son olarak da bu örgütün küresel bir tehdit olan IŞİD’e bağlılık yemini ederek 'Sina Vilayetini' adını alması, bölgenin coğrafi konumu hasebiyle 'Sina sorununun' gelinen noktada hem Mısır Devleti tarafından hem de uluslararası güçler açısından daha farklı bir şekilde ele alınmasını beraberinde getirmiştir. Camp David’le beraber, Mısır ve İsrail arasında bir tampon bölge haline gelen ve tamamen İsrail’in güvenliği çerçevesinde konumlandırılan Sina’da Mısır ordusunun varlığı yine İsrail’in güvenliği çerçevesinde düzenlenmiştir. Dolayısıyla Sina’daki otorite boşluğu ve güvenlik sorunu gelinen noktada Mısır merkezi hükümetinin olduğu kadar, aynı zamanda Mısır Devleti’nin sorumlu olduğu 'İsrail’in güvenliği' açısından da çok önemli bir sorun halini almıştır.

Diğer taraftan, Mısır’ın batısında yer alan gelişmeler ve komşusu Libya’da da büyüyen IŞİD tehlikesi de Sina’daki IŞİD varlığını daha önemli hale getirmektedir. Ortadoğu’nun istikrarı için ayrıcalıklı bir yere konumlandırılan Mısır’ın kendi güvenliği için büyük bir sorun olarak gördüğü Libya’daki gelişmelere bu kadar angaje olmuşken, kendi toprakları içinde benzer tehlikelerle karşı karşıya gelmesi bölgedeki uluslararası güç dengeleri bağlamında Mısır Devleti’ne biçilen rol açısından büyük bir tehlike arz etmektedir.

Mısır’ın yumuşak karnı ve İsrail’le sınır bölgesi olan Sina’da küresel bir tehdit haline gelen IŞİD’in varlık göstermesi, bu örgütün Ortadoğu’da son dönemlerdeki hızlı yayılmacılığının çok önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Ortadoğu üzerindeki uluslararası dengelerde Mısır’ın yeri hesaba katıldığında IŞİD’in bu ülkeye sıçramasının bu dengeleri nasıl tehdit ettiği daha iyi anlaşılacaktır. Zira Mısır şu an hem batıdan (Libya), hem de doğudan IŞİD tehlikesinin arasında sıkışmıştır. Mısır’ın son dönemlerde terörle mücadele konusunda uluslararası kamuoyu ve başta BM’ye yaptığı çağrılarda bu sıkışmışlığın büyük payı vardır. Mısır yönetimi artık her fırsatta terörle mücadele hususunda askeri yolların yeterli olmayacağı ve bunun için uluslararası yardımlaşmanın zorunlu olduğunu dile getirmektedir.

Bu yazı “Sina Yarımadası: Bölgesel Sorundan Küresel Soruna” başlığıyla Ortadoğu Analiz Dergisi'nde yayınlanmıştır.

Semir Yorulmaz  asdasd

Semir Yorulmaz

Tüm Yazılarını Gör

Başlıklar

Bu Yazıyı Paylaşın
Yazdır

Benzer Yayınlar