Arama Yapın

Aramak istediğiniz kelimeyi yazın

Koordinatörlükler

Rusya’nın Orta Doğu Politikasında Suriye Sorunu ve Rusya-Türkiye İlişkileri

Dr. İrina Svistunova – Rusya Stratejik Araştırmalar Merkezi
XXI. yüzyılda dünyamız, yeni uluslararası düzenin oluşturulmasının meydana getirdiği yeni risklerle karşı karşıya gelmiştir. Küresel süreçlerin yayılmasıyla birlikte geleneksel yapıların kırılması, son yıllarda çok defa şahit olduğumuz silahlı çatışmaların yoğunlaşmasına neden olmuştur.

Suriye’de sivil halka acı çektiren iç çatışmalar artık bir yıldır devam ediyorsa da, dünya toplumu hala şiddetin asıl kaynağı ve mücadelenin kabul edilebilir sınırları konusunda fikir birliğine varamamıştır. Bir yandan Suriye ordusuyla savaşan silahlı grupların orantısız güç kullanan hükümet askerlerine karşı kendini savunma hakkı çerçevesinde hareket ettikleri dile getiriliyor;  öbür yandan ordunun terör eylemlerinde bulunan gruplara karşı mücadele vererek, günümüzde pek çok ülkenin karşılaştığı tehlikeye karşı kendi devletini muhafaza ettiği söyleniyor. Suriye olayları üzerine farklı değerlendirmelerin var olduğu bir ortamda, uluslararası toplumun Suriye krizinden çıkış yolu arayışını amaçlayan kararlarının kapsayıcı ve dengeli olması son derece önemlidir.

Rusya,  XX. asırda bağımsızlık kazanan Arap devletleriyle kurulan çok yönlü işbirliği bağlarının modern şartlarda da korunmasına gayret sarf ediyor. Bu bağlamda Moskova’nın pozisyonunu güçlendiren faktör, gelişmiş Batılı devletler tarafından Arap halklarına uygulanan ekonomik ve siyasi istismara Rusya’nın katılmamasından dolayı, Arap devletleri üzerinde olumsuz bir tarihi mirasının bulunmamasıdır. Bundan ziyade Rusya’nın Orta Doğu politikası tarihi, Arap ülkelerine çeşitli alanlarda yapılan yardım örnekleriyle doludur.

Arap dünyasının son dönemde yaşadığı devrim süreçlerine ve özellikle Suriye olaylarına karşı Rusya’nın takındığı ilkesel tutum, Orta Doğu halklarının kendi kaderini, ülkelerinin geleceğini hiç bir dış baskıya maruz kalmadan serbest olarak belirleme hakkına saygı gösterilmesini öngörüyor. Bu açıdan uluslararası topluma düşen asıl görev, tek taraflı adımlardan çekinilmesi, ihtilafın her grubundan şiddet eylemlerinin durdurulmasının istenmesi, karşı karşıya gelen, savaşan tarafların görüşme masasına getirilmesi ve getirilmesine şartlar sağlanması olarak nitelendiriliyor. Anlaşmazlıklara kalıcı çözümlerin üretilebilmesi için bazı siyasi grupları dışlayıcı, onlara karşı önyargılı yaklaşımdan çekinilmesi gerektiğine inanılıyor.

Arap devrimlerinin meydana getirdiği çözülmesi kolay olmayan bir dizi sorun, Rusya ve Türkiye’de olaylara karşı farklı görüşlerin benimsenmesine yol açmıştır. Her iki ülke, bölgesel ve küresel düzeyde milli çıkarlarının algılanmasına göre Orta Doğu politikasını belirliyorlar. Bu bağlamda en tartışmalı konu uzun süreden beri dünya gündemini meşgul eden Suriye problemi olduğu için, hem Rus, hem de Türk basınında Suriye konusunda karşılıklı tenkit içeren yorumlar çıkmaya başlamıştır.
Moskova ve Ankara’nın Suriye ihtilafının çözümlenmesine yönelik çabaları farklı yöntemleri içermesine rağmen, ülkelerimizin nihai amacının aynı olduğu dikkat çekicidir. Çatışmaların, kan dökülmesinin bir an önce durdurulması, masum insanların ıstıraplarına son verilmesi, iç savaşın alevlendirilmesinin ve Suriye’nin kaosa süreklenmesinin önüne geçilmesi gibi konular, Rusya ve Türkiye’nin izlediği politikaların önceliklerini oluşturuyor.

Arap Baharı denilen süreçlerin değerlendirmeleri yapılırken, her iki ülkenin yetkilileri, olayların temelinde bölge halklarının haklı ve meşru ıslahat taleplerinin bulunduğunu kabul ediyorlar. Suriye’de protestolar başlandığından beri Rusya ve Türkiye, Şam rejimine, gerekli ekonomik ve siyasi reformların hızlandırılması çağrılarını yöneltmiştir.

Önemli olan husus, Rusya ve Türkiye’nin, Orta Doğu ülkelerinde patlak veren krizlerin uluslararası hukuk çerçevesinde, barışçıl yollardan çözülmesi gerektiği yönünde ortak görüşünü paylaşmasıdır. Tahmin edilmesi zor olan sonuçları üreten bölgedışı güçlerin Arap ülkelerinin içişlerine silahlı operasyonlar vasıtasıyla karışması ne Moskova’nın ne de Ankara’nın çıkarına uygundur. Dış müdahalenin ülkenin siyasi bütünlüğü, milli birliği, sağlam iktidar yapısı ve komşu devletlerin güvenliği için ne denli zararlı olabileceğini, 2003 savaşından bu yana istikrara bir türlü kavuşamayan Irak’ın problemleri gösteriyor. BM’nin onayını almadan gerçekleştirilen bu müdahale, Türkiye için, vatandaşlarının kurban düşmesine neden olan terörizmle mücadele sorununun güncellenmesine neden olmuştur. Hâlihazırda da etnik ve mezhepsel ayrışmalardan kaynaklanan anlaşmazlıklarla boğuşan Irak’ın toplumsal gelişmesi, bölge istikrarına yönelik olası bir tehlike niteliği taşıyor.

Hatta insani gerekçelerle yapılan dış müdahale çok hassas bir konudur. Özellikle tek taraflı dış müdahale, çağdaş uluslararası ilişkiler sisteminin temel taşı olan devletlerin egemenliği ilkesine şüphe getirip, kaygı verici eğilimlere yol açıyor. Böylesi bir ortamda, Rusya ve Türkiye’nin, anlaşmazlıkların çözülmesine yönelik evrensel bir mekanizma olan BM’nin rolüne önem vermesi, iki ülkenin tutumlarını birbirlerine yaklaştıran bir olgudur.

Irina Svistunova  asdasd

Irina Svistunova

Tüm Yazılarını Gör

Başlıklar

Bu Yazıyı Paylaşın
Yazdır

Benzer Yayınlar