Arama Yapın

Aramak istediğiniz kelimeyi yazın

Koordinatörlükler

Ortadoğu’nun Kısa Bir Serencamı

Prof. Dr. Ramazan Gözen, Abant İzzet Baysal Üniversitesi İ.İ.B.F. Dekanı
Ortadoğu, birbiri ardına patlak veren halk ayaklanmaları ve totaliter-otoriter iktidarların yıkılması ile gündemde. On yıllardır iktidarda olan liderler ve hükümetler, halkın baskısı karşısında domino taşları gibi birbiri ardına devriliyor. Tunus’ta başlayan Mısır’da devam eden ve en son olarak Libya’ya sıçrayan olaylar bölgenin siyasi haritasını değiştiriyor. Olayların sadece bu ülkelerle sınırlı olmadığını; daha küçük çapta da olsa benzeri gelişmelerin Yemen, Bahreyn, Cezayir, Irak ve İran’da da geliştiğine şahit olduk.

Tüm bu gelişmelerin nedenleri ve sonuçları hakkında tartışmalar da eşzamanlı olarak devam ediyor. Bölgenin nereden ve nasıl bugünlere geldiği ve bundan sonra nereye gideceği üzerine spekülasyonlar yapılıyor. Gerçekten de, Ortadoğu’da yaşanan olayların anlaşılabilmesi için, öncelikle biraz geriye dönüp bölgenin yapısal ve tarihsel sorunlarına bakmak gerekir. Zira bugünkü ayaklanmaları, büyük oranda, bölgede kronikleşmiş sorunlara karşı tepkiler ya da itirazlar olarak görmek mümkündür.

Genel hatlarıyla Ortadoğu tarihini her biri kendi içinde sorunlu olan dört döneme ayırmak mümkündür. Birinci dönem, Ortadoğu’nun bir bölge olarak ortaya çıktığı 1920’lerden 1940’lara kadar devam eden dönemdir. Bölgenin doğuşunda, Osmanlı imparatorluğunun yıkılması sonrasında bölgeyi kontrol altına alan İngiltere ve Fransa başrol oynamıştır. Her iki emperyalist devlet, bölgede çizdikleri suni sınırlar üzerine kendilerinin denetiminde manda ve benzeri formda kukla devletler kurdular. Atanmış krallar ve rejimler etrafında yeni yönetimler ve politikalar empoze ettiler . Fransa’nın mandası veya işgali altındaki ülkeler Suriye, Lübnan, Cezayir, Tunus iken, İngiltere’nin etkisi altındakiler Irak, Ürdün, Suudi Arabistan, Basra Körfezi’ndeki şeyhlikler ve nispeten de İran idi. Libya ise daha çok İtalya’nın etki alanı altında idi. Tüm bu ülkeler, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde veya sonrasında egemenliklerini kazandılar, ancak bunlar gerçek değil göstermelik ya da nominal egemenliklerdi. Zira, krallık rejimlerinde 1950’ler kadar herhangi bir değişim yoktu.

Bu duruma tepki olarak 1950’lerden itibaren birbiri ardına askeri darbeler ve ordu kontrolünde cumhuriyetlerin kurulmasıyla birlikte bölgede ikinci dönem başladı. İlk kez Kral Faruk’u deviren Cemal Abdünnasır’ın iktidara gelmesiyle Mısır’da başlayan süreç, kısa sürede diğer ülkelere de yayıldı. Bugünkü kadar hızlı olmasa da, Irak’ta, Cezayir’de, Suriye’de, Tunus’ta, Libya’da cumhuriyet devrimleri gerçekleşti. Ancak bu cumhuriyetlerin hiçbiri de örneğin gelişmiş ülkelerdeki kadar demokratik değildi. Cumhuriyetler, kısa süre içinde monarşi veya oligarşi diktatörlüğü haline dönüştü. Tek adam yönetimleri kökleşti. Bunların bir kısmı, ABD ve İsrail’e tepki olarak Sovyetler Birliği’ne yönelirken, kimi de Arap milliyetçiliği çerçevesinde bağımsız kalmaya çalıştılar. Bu dönemde, özellikle Mısır’ın çok etkili ve öncü bir konumda olduğunu söylemek gerekir.

Arap milliyetçiliği ve otoriter cumhuriyetler, halklarına iç ve dış politikalarda vaat ettikleri sözleri yerine getiremediler; başarısız oldular. Ne ekonomik, toplumsal ve siyasal gelişme kaydedebildiler, ne de dış politikada örneğin İsrail ve Batıya karşı başarılı mücadele verebildiler.

Bu süreçlerin dışında kalan ender ülkelerden olan İran ve Türkiye’deki gelişmeler ise kendilerine özgün idi. Özellikle İran’daki gelişmeler çok sarsıcı idi. 1979’daki İran devrimi, milliyetçilikten çok İslami şeriata vurgu yapıyordu. Soğuk Savaş’ın başından itibaren ABD ile işbirliği içinde olan Şah’ı ve rejimini sona erdiren bu devrim, Ortadoğu’da üçüncü dönemi başlattı. 1980’den itibaren bölgede İran merkezli gelişmeler yaşandı. Öncelikle İran-Irak savaşı, ardından Irak’ın Kuveyt’i işgali ve en nihayetinde ABD’nin Irak’ı işgali, bölgedeki dengeleri temelinden sarstı. Arap devletleri, bölgesel sorunların çözümüne dönük etkili olamazken, İran’ın Batı ve İsrail karşıtı politikaları bölgedeki imajını yükseltti. İran, özellikle iki konuda yani Filistin sorununa çözüm ve ABD işgallerine karşıt politikaları nedeniyle, tüm bölgede etkisini artırdı.

Paralel olarak; bölgenin ekonomik refahı, yaşam standartları, siyasal katılım, temel haklar, özgürlükler ve benzeri şartları da kötüleşmeye devam etti. Bu sorunlar bölgenin yeni (dördüncü) döneme girdiğini gösteriyordu. Küreselleşme ve bilgi çağında sorunları artık gizlemenin veya bastırmanın imkanı kalmamıştır. Bölge çapında bireyler ve sivil toplum grupları, haberleşme, bilgilenme, iletişim, ulaşım ve benzeri imkanlar sayesinde dünyadaki gelişmeleri daha şeffaf ve hızlı bir şekilde takip edebilirken, benzeri gelişmelerin kendi ülkelerinde ve hayatlarında da gerçekleşmesini talep etmeye başladılar. Küreselleşme ve demokratikleşmenin etkisi altına giren Ortadoğu bölgesinde halkın ifade ve siyasi gücü daha da gelişmiştir.

Son iki ayda meydana gelen ayaklanmalar ve olaylar aslında bu sürecin bir yansıması olarak görülebilir. Halklar, geçmişten günümüze sorunlarla yüklü Ortadoğu’nun yeni bir kimliğe bürünmesini istiyor. Peki bu gelişmeler, Ortadoğu’da gerçekten yeni bir dönemi başlatabilecek mi? Bölge modern dünyaya senkronize olabilecek mi? Yani, ileri ülkelerde olduğu kadar gelişmiş demokrasi, refah, özgürlük, hukuk ve yaşama şartları olacak mı?

Bu soruların cevabını bekleyip göreceğiz. Ancak, öngörüm odur ki, 20.yüzyılın başında emperyalizmin baskısıyla şekillenen Ortadoğu halkları, 21.yüzyılda artık kendi iradesiyle kendi geleceğini belirlemek için mücadeleye devam edecektir. Bu mücadeleler, bölgenin tarihinin farklı bir yöne doğru kaymasını sağlayacaktır.

Ramazan Gözen  asdasd

Ramazan Gözen

Tüm Yazılarını Gör

Başlıklar

Bu Yazıyı Paylaşın
Yazdır

Benzer Yayınlar