Arama Yapın

Aramak istediğiniz kelimeyi yazın

Koordinatörlükler

Libya Operasyonunda Uluslararası Meşruiyet Krizi

Prof. Dr. Ramazan Gözen, AİBÜ Dekanı, Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi
Libya sorunu uluslararasılaşmanın ötesine geçip en nihayetinde bir savaşa doğru gidiyor. Henüz bir savaş noktasında olduğunu söyleyemeyiz; ancak TSİ 19 Mart tarihinde başlayan uluslararası askeri koalisyonun hava operasyonları şiddet ve saldırı içerdiği için, savaşa dönüşme riski oldukça yüksek. Bir saldırının savaşa dönüşmesi için ön şart, iki tarafın karşılıklı olarak askeri şiddet ve çatışma içine girmesidir. Dolayısıyla, eğer Libya devlet kuvvetleri uluslararası saldırılara pasif ve çekilme yönünde değil de şiddetle karşılık verirse, Libya sorunu savaşa dönüşecektir. Eğer bu olursa, savaşın nereye doğru evrileceğini, örneğin uluslararası güçlerin havadan sonra kara operasyonu başlatıp başlatmayacaklarını, Libya’da Kaddafi yanlısı kuvvetler ile Kaddafi muhalifi grupları arasında çatışmaların gelişip gelişmeyeceğini, bu süreçte uluslararası kuvvetlerin muhaliflere nasıl destek vereceklerini ve Kaddafi kuvvetlerine karşı savaşıp savaşmayacaklarını bekleyip görmek gerekiyor. Eğer tüm bunlar gelişirse, başta Ortadoğu bölgesi ve politikası olmak üzere uluslararası politikada yepyeni bir sürecin, hatta krizin başlayacağını da söyleyebiliriz. Bu yeni durum, Irak’a mı, Afganistan’a mı, Kosova’ya mı, Bosna’ya mı, yoksa Vietnam’a mı benzer, yoksa bambaşka bir örnek, yani özgün bir Libya örneği mi ortaya çıkar, bekleyip göreceğiz. Ancak bunları bekleyinceye kadar, Libya sorununun neden bu noktaya geldiğini, bu durumu nasıl tanımlamak gerektiğini, bu sürecin gelişiminin hem ahlaki hem de reelpolitik olarak ne olduğunu incelemeye çalışacağım.   Durumun Analizi
Ortadoğu’daki dönüşüm süreci, her bir örneği farklı özellikler göstererek devam ediyor. Tunus’ta gerçekten sakin ve kansız bir dönüşüm gerçekleşmişken; Mısır’da biraz daha zahmetli ve sıkıntılı bir değişiklik yaşanmışken, Libya’da dönüşüm oldukça yüksek bir şiddet ve savaş noktasına sıçradı. Bu süreçte, Tunusluların ve Mısırlıların en azından ilk aşamada ve kısa dönemde hedeflerine vardıklarını, diktatörlerin biraz da uluslararası baskı ve yönlendirmelerle koltuklarını bırakmak durumunda kaldığını, ancak Libyalıların benzeri ayaklanmalarına Kaddafi’den şiddet ve hatta daha da ileri giderek halkını yok etme tehdidi yaptığını gördük. Tehdidin de ötesine gidip Bingazi başta birçok şehirdeki muhaliflere karşı havadan, denizden ve karadan kuşatma ve saldırı vuruşları yaptığını gördük.
Bu durum, Libya’da artan bir insani sorun ve iç güvenlik riski doğurdu. Sadece ayaklananların değil, masum sivillerin ve hatta çocukların da yaşama ve insan haklarının ihlal edildiğini gördük. Uluslararası ilişkiler tabiriyle, Kaddafi, egemenlik hakkını kötüye kullanarak kendi insanlarının haklarını ve yaşamını gasp etmeye başladı. Böyle durumlarda, uluslararası hukukta son dönemde gelişen bir teamüle göre, bir insani müdahale operasyonunun yapılması beklenir. Böyle bir operasyonun yapılması için iki ön şart vardır: Birincisi, uluslararası meşruiyetin sağlanması; ikincisi, insani yardım operasyonunun kesinlikle “sınırlı, ölçülü ve barışa katkı yapacak şekilde” olması gerekir.   Libya örneğine baktığımızda, Kaddafi’ye karşı bir uluslararası operasyon meşruiyetinin oluştuğunu söyleyebiliriz. Zira, en azından bugünkü dünya sistemi bakımından uluslararası meşruiyetin kaynağı olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, BM Charter’i VII. Bölüme göre gerekli kararları almıştır. BM Güvenlik Konseyi, önce 1970 sayılı karar ile Libya’ya karşı “ambargo” uygulanmasını istedi. Bu karar; Libya devletinin insani yaşamı tehdit etmemesini; bunun için Libya’ya karşı silah ve araçları konusunda ambargo uygulanmasını; ve Kaddafi ve diğer suç işleyenlerin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasını istedi. Eğer Libya bu kara uymaz ise daha sert tedbirler uygulanacağını ifade etti. Kaddafi bu karara uymadı ve insani suçlar işlemeye devam etti.   Bu duruma tepki olarak, BM Güvenlik Konseyi, 1973 sayılı kararı aldı. 18 Mart tarihli karar, Libya hava sahasını uçuşa yasak bölge ilan etti; ateşkes istedi; ve eğer bunlara uyulmaz ise “her türlü araç kullanılarak” işgale varmayan, insani müdahale amaçlı askeri operasyon yapılacağını belirtti. Bu kararın nasıl alındığı, nasıl uygulanacağı ve benzeri konularda tartışmalar daha başlamadan, yani ertesi gün (19 Mart’ta) Paris’te Fransa’nın öncülüğünde AB, Arap Birliği, BM, ABD gibi ülkelerden oluşan bir zirve toplandı. Toplantının amacı, Libya’ya karşı bir askeri operasyonunun nasıl ve kimler tarafından yapılacağı üzerineydi. Çok ilginçtir, içeride nasıl bir tartışma oldu bilmiyoruz, ancak uluslararası toplum bu konuda daha ne yapılacağını öğrenmeden, yani toplantıdan saniyeler sonra Fransa savaş uçakları Libya’yı vurmaya başladı. Hemen ardından, İngiltere ve Kanada gibi ülkeler havadan, ABD ise Tomahawk füzeleri ile denizden Libya’ya saldırmaya devam ettiler.   Askeri Operasyonun Meşruiyeti ve Niyeti  
Libya’ya karşı bir insani operasyon kararı, yukarıda belirttiğimiz nedenlerle anlaşılabilir bir durumdur. Ancak, kararın alınmasından hemen sonra çok yoğun ve şiddetli bir operasyonun başlaması, anlaşılabilir bir durum değildir. Saldırılara kimin başladığı, Fransa’nın niye öne çıktığı, ABD’nin ve İngiltere’nin politikası neydi gibi konulardaki tartışmalar bir tarafa, bu operasyonun meşru olmayan bazı noktaları vardır.   Bunların en önemlisi, operasyonun zamanlaması ve kapsamı konusudur. BM 1973 sayılı kararın hemen arkasından, Libya Dışişleri Bakanı Musa Kusa bir açıklama yaparak, Libya’nın BM kararına uyacağını, ateşkes ilan ettiğini, ayaklanmacılara veya protestoculara karşı saldırı olmayacağını açıkladı; ve bu açıklama örneğin Washington Post tarafından yayınlandı. İşte bu noktada, yani Libya’nın ateşkes kararı sonrasında, BM Güvenlik Konseyi ülkelerinin gelişmeleri beklemeye devam etmesi, Kaddafi gerçekten kararını uyguluyor mu, yoksa dünyayı kandırmaya mı çalışıyor görmesi gerekirdi. Hatta, uluslararası güçler havada güç gösterisi yaparak “uçuşa yasak bölgeyi” denetlemeye başlaması, ihlal durumunda saldırı yapılacağı yönünde gözdağı vermesi, Libya üzerindeki askeri-psikolojik baskıyı artırması beklenirdi. Kısacası, 1973 sayılı kararın uygulamaya konulması için atılması gereken bazı ön askeri, siyasi ve hatta diplomatik tedbirler olmalıydı.   Zira, genelde ihmal edilen bir nokta var: BM’nin özü ve doğası gereği, BM Güvenlik Konseyi kararları kesinlikle bir askeri saldırı yapmak amacıyla alınamaz; ancak ve ancak saldırgan bir devleti caydırmak ve ikna etmek amacıyla alınır. BM hukuku, bir saldırı ve savaşa yol açacak şekilde yorumlanamaz ve kullanılamaz. BM’nin amacı saldırı yapmak değil, saldırıyı önlemektir; savaşın kıvılcımı olmak değil, savaşın kıvılcımını söndürmektir. Halbuki, Libya örneğinde, başta Fransa olmak üzere koalisyon güçleri, BM’nin ruhunu göz ardı ederek, yani uluslararası toplumun meşruiyet desteğinin sınırlarını ve “haddi” aşarak, bence ulusal çıkar kaygılarına göre hareket etmişlerdir. Zira, Fransa’nın niye bu kadar hızlı hareket ettiğini, Obama’nın niye arka planda kaldığını, İngiltere’nin niçin Kıbrıs üslerini kullandığını ve en önemlisi bu askeri operasyonlar sonucunda Libya’da birçok sivil insanın hayatını kaybettiğini, ulusal çıkar kaygıları dışında yorumlamak mümkün mü? Daha da önemlisi, BM ve büyük güçlerin, örneğin İsrail’in Gazze’yi, Ermenistan’ın Azerbaycan’ı, Rusya’nın Osetya’yı, Sırpların Bosna’yı işgalleri sonrasında ya hiç hareket etmediğini ya da çok geç hareket ettiklerini nasıl açıklayacağız?   Tartışmaya açık daha birçok boyutları ve noktaları olan Libya’ya karşı çokuluslu askeri operasyon ile ilgili olarak bu yazıda vurgulamaya çalıştığım nokta özetle şudur: Bu operasyonun meşru dayanağı vardır; ancak operasyonun uygulama ve yürütme yönü kesinlikle meşru değildir. Uluslararası güçler, BM’nin verdiği meşruiyetin sınırını aşmışlardır, hatta kötüye kullanmışlardır. Bu durum, bu ülkelerin kendi ulusal çıkarlarını ve planlarını uygulama yönünde egoist davrandıklarını göstermesi nedeniyle, kesinlikle reddedilmesi gerekir. Ancak daha da kötüsü, bu kötüye kullanmanın, yani kötü başlangıcın, başta Libya olmak üzere Ortadoğu ve İslam dünyasına dönük çok olumsuz yansımaları olacaktır. Bu ve diğer boyutları ilerideki yazılarımda değerlendirmeyi umuyorum.

Ramazan Gözen  asdasd

Ramazan Gözen

Tüm Yazılarını Gör

Başlıklar

Bu Yazıyı Paylaşın
Yazdır

Benzer Yayınlar