Nebehat Tanrıverdi O, ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı
Tunus’ta başlayan halk ayaklanmasının 23 yıllık Bin Ali iktidarını sona erdirmesi ve Bin Ali’nin ülkeden ayrılmasına neden olması bölge ülkelerinde iktidar değişikliği yanlısı kitleleri harekete geçirmiş ve bölgesel anlamda büyük yankılar uyandırmıştır. Tunus’un ardından Mısır’da, Hüsnü Mübarek’in yoğunlaşan halk muhalefeti ve isyanları neticesinde koltuğunu terk etmesi, değişimden yana bölgede esen dalgayı derinleştirmiştir. Cezayir, Fas, Libya, Yemen, Bahreyn, Suudi Arabistan ve Ürdün’de hala devam eden kitlesel halk protestolarının nasıl sonuçlanacağı konusunda derin tartışmalar devam etmektedir. Görüldüğü üzere Tunus halkının Bin Ali iktidarını devirmesindeki başarısı, bölgesel bir ilham haline gelmiş, benzer eylem tarzlarının bölgeye yayılmasına neden olmuştur. Öte yandan kitlesel hareketlerin şiddeti, gerçekleşen ülkenin iç dinamikleri ile örtüşmekte, bu noktada iç dinamiklerin etkisi ile daha şiddetli ya da daha hafif seyretmektedir. Benzer şekilde halk hareketlerinin bölgesel etkilerinin de bu oranda varlık gösterdiği görülmektedir. Aralık 2010 itibari ile Ortadoğu’nun gündemini işgal eden bu gelişmeleri anlamak için hem halk isyanlarının gerçekleştiği ülkelerin iç dinamikleri incelenmeli hem de bölgesel etkileri bağlamında dış dinamikler de göz önünde bulundurulmalıdır.
Kuzey Afrika ülkelerinin siyasi sistemlerine bakıldığında iç dinamiklerin otoriter rejimler tarafından artan miktarda baskı altında tutulmaya çalışıldığı görülmektedir. Tunus’ta Bin Ali iktidarı, Mısır’da Hüsnü Mübarek iktidarı ve Libya’daki Kaddafi iktidarı, muhalif hareketleri siyasi alanda kısıtlamış ve sistemde işlevsiz hale getirmiştir. Sistematik bir şekilde “İslami” tehdit söyleminin ön plana çıkararak dış aktörlerin de desteği uzun süre sağlanmış ve bu baskı günümüze kadar ayakta kalabilmiştir. Ancak iç dinamiklerdeki bu baskı Tunus’ta başlamak üzere, ülkedeki diğer unsurlardan da destek alarak mevcut otoriter iktidarlara karşı organize olmuştur. Bu tepki Tunus ve Mısır’da başarıya ulaşırken Libya’daki durumun belirsizliği hala devam etmektedir. Siyasi baskı ve kronik bir sorun haline gelen işsizlik başta olmak üzere ekonomik sorunlar bu değişimin itici kuvvetleri olmuşlardır. Küresel ekonomik kriz Kuzey Afrika ülkelerini, ekonomik sisteme tam olarak entegre olmadıkları için diğer ülkelerin etkilendiği oranda etkilememiştir. Benzer bir şekilde Ortadoğu ülkelerinin çoğu da petrol gelirleri sayesinde ekonomik krizin etkilerinden görece korunabilmişlerdir. Ancak iki bölgenin de benzer şekilde yüksek oranda işsizlik sorunu ile karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Bu bağlamda istatistikî veriler incelendiğinde Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde yaşanan kronik bir sorun ile karşılaşmaktayız. Özellikle genç ve kadın nüfus arasında yaygın olan bu işsizlik oranları, ülkelerin gayrisafi yurt içi hâsılaları ile karşılaştırıldığında, ekonomik kaynakların eşitsiz dağılımı sorunu olduğu görülmektedir. Bu eşitsizlik kamuoyuna sızan pek çok Wikileaks belgesinde de yer almıştır. Mısır’da Hüsnü Mübarek ve siyasi elitler, Tunus’ta Bin Ali ve eşi Leyla’nın ailesi ve Libya’da Kaddafi’nin kabilesi hakkında, siyasi ve ekonomik “yozlaşma” iddiaları toplumsal hoşnutsuzluğun sertleşmesine neden olmuştur.
Ancak Kuzey Afrika başlayan ve Ortadoğu’da diğer ülkelere de sıçrayan bu değişim sürecinin iç dinamiksel nedenlerinin yanı sıra bölgesel sebepleri de bulunmaktadır. Öncelikle bölgede bulunan bölge dışı, yabancı bir devletin askeri gücünün varlığı ve bu varlığın bölgedeki güç dengesini değiştirmesi bu bakımdan öncelik taşımaktadır. ABD’nin Irak’taki askeri varlığı ve bu ülkenin siyasi yapısında başlattığı değişim bölge ülkeleri açısından travmatik sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Irak’ta Şiilerin siyasi nüfuz kazanması ve İran’ın bölgesel etkinliğinin artması, başta Mısır olmak üzere diğer devletlerin güvenlik algılarını keskinleştirip iç dinamiklerini aşırı baskı altına çalışmasına neden olurken, ülkelerin halklarına ise “köklü değişimlerin” mümkün olduğuna da göstermiştir. Özellikle Körfez ülkelerinin ile İran’la ilgili tehdit algılamalarının, 2003’ten sonra Irak’ta Şii çoğunluğun iktidarı elde etmesiyle yeni bir boyut kazandığı muhakkaktır.
Libya’daki iç savaşın Kaddafi tarafından bastırılmaya çalışılması bir yandan ölü sayısını arttırırken öte yandan başta Avrupa olmak üzere Libya’nın ürettiği petrolün alıcıları bakımında enerji arz güvenliğini de tehdit etmektedir. Bu durum özellikle Suudi Arabistan gibi Körfez Ülkeleri için de geçerlidir. Öte yandan Libya’daki aşiretler arası çatışma ile birlikte “kansız” başlayan bölgesel değişim “şiddet, çatışma ve iç savaş” unsurlarını barındırmaya başlamıştır. Bahreyn ve Suudi Arabistan gibi Körfez ülkelerinde de yaşanmaya başlayan halk protestolarının bastırılmasında benzer unsurların ön plana çıkması bölgesel istikrar açısından tehlikeli bir olasılık olarak görünmektedir. Başlayan bu süreçten Ortadoğu ve Afrika’daki diğer ülkelerin belli oranda etkileneceği öngörülmektedir. Ancak Kaddafi’nin halk eylemlerini şiddetle bastırması, diğer ülkeler için bir emsal teşkil etmiş, bundan sonraki gelişmelerde şiddet unsurunun baskın olarak ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu durumun ise bölge istikrarını olumsuz yönde etkileyeceğe benzemektedir. Özellikle Bahreyn’de halk eylemlerinin şiddetle bastırılmaya çalışılmasının ardından ülkeye Suudi Arabistan birliklerinin sevk edilmesi ve bu birliklerin eylemciler üzerinde şiddet kullanması bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Öte yandan ekonomik anlamda işsizlik sorunu ve gelir dağılımındaki eşitsizlik, toplum içerinde belli kesimlerin- mezhep, aşiret, siyasi yakınlık etkenlerinin belirlediği ilişki çerçevesinde-ülke içerisinde nüfuz ve ekonomik getiri kazanması bölgesel anlamda geçerli sayılabilecek bir durumdur. Bu özellikler Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin çoğunun paylaştığı sorunları oluşturmaktadır. Bu noktada siyasi ve ekonomik sorunlar ile bu eylemler arasında bağlantı kurmak mümkün görünmektedir. Uluslararası Yolsuzluk Algılama Endeksi’nin 2010 raporundaki verilerine göre Katar 7.7 ile 19. sırada, BAE 6.3 ile 28. sırada, Umman 5.3 ile 41. sırada, Bahreyn 4.9 ile 48. sırada, Ürdün ve Suudi Arabistan 4.7 ile 50. sırada, Kuveyt 4.5 ile 54. sırada, Tunus 4.3 ile 59. sırada, Fas 3.4 puanla 85. sırada, Mısır 3.1 ile 98. sırada, Cezayir 2.9 ile 105. sırada, Lübnan ve Suriye 2.5 ile 127. sırada, Iran Libya ve Yemen 2.2 ile 146. sırada ve Irak 1.5 ile 175. sırada bulunmaktadır. Öte yandan bölgedeki işsizlik oranları özellikle gençler arasında yaygındır. Ortadoğu bölgesinde gençler arasında işsizlik 2009 verilerine göre, $.9 iken bu sayı Kuzey Afrika’da 23.4’tür.
Benzer şekilde siyasi sitemlerde var olan muhaliflerin sistematik olarak dışlanması, seçimlerin sembolik olması, seçim ile oluşturulan parlamentoda temsilin iktidarca sınırlandırılması, parlamento çalışmalarının ise iktidar kontrolü altında bulunması, erkler ayrılığının ülkelerde sağlanamamış olmasından dolayı şiddet, tutuklama ve vatandaşlıktan çıkarılmanın muhalefeti bastırmak için kullanılan yöntemler olması bölgedeki ülkelerin paylaştığı ortak iç dinamiksel sorunlardır. Bu durum Tunus’ta yaşandığı gibi Bahreyn’de de yaşanmakta ve muhalif hareketleri beslemektedir. Kuzey Afrika’da ön plana çıkarılan İslami tehdit algısının Ortadoğu ülkelerinde bölgede İran’ın artan etkinliği nedeniyle “Şii tehdit” olarak üretildiği görülmektedir. Bu algılama bölgedeki ülkelerin güvenlik algılarını keskinleştirirken, muhalif hareketlere karşı iktidarların sertleşmesini da sağlamaktadır. 2010 yılı Ağustos ayından itibaren gazeteciler, dernek başkanları ve üyeleri tutuklanmış, camiler devletin kontrolü altına alınmış, pek çok muhalif grubun ve derneğin dış destekli terör grupları olarak tanımlanması Bahreyn’in muhalefet açısını yansıtmaktadır. Öte yandan Ortadoğu halklarının siyasi ve ekonomik talepleri çerçevesinde gelişen halk eylemlerinin, Mısır ve Tunus’taki gibi sonuçlanabilmesi bu ülkelerin yöneticilerinin bölgesel ve ülke içindeki konumları ile bağlantılı olacaktır. Özellikle Suudi Arabistan ve Bahreyn bu bağlamda petrol arz ve Basra Körfezi güvenliği açısından önem taşımakta olduğundan, buradaki eylemlerin yayılmaması için iktidarların önlem alacağı kesindir. Bu önlemlere dışarıdan şimdilik herhangi bir eleştiri yöneltilmemiş olması da ayrıca önem taşımaktadır. Ancak Libya’da başlayan “kanlı” yöntemin Körfez’de devam edeceği ise şimdiden bir gerçeğe dönüşmüş durumdadır.