Giriş
ABD-İran nükleer görüşmelerin altıncı oturumuna yaklaşıldığı sırada İsrail, 13 Haziran 2025 sabahı saat 03.00 sularında, İran’a bir dizi saldırı gerçekleştirmiştir. Nükleer tesislerin yanı sıra Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ile Arteş (düzenli ordu) komutanlarını hedef aldığı ve Tevrat’a referansla “Am Kelavi” (Ayağa Kalkan/Yükselen Aslan) ismini verdiği saldırıların ilk gününde 200’den fazla uçağın yer aldığı bildirilmiştir. Operasyon kapsamında nükleer tesisler, üst düzey askerî yetkililer ve nükleer uzmanlar doğrudan hedef alınmıştır. İsrail’in günün erken saatlerinde gerçekleştirdiği hava saldırıları kapsamında DMO Genel Komutanı Hüseyin Selami, İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri, DMO Hatemü’l Enbiya Karargâhı Komutanı (DMO Müşterek Kuvvetler Komutanı) Gulam Ali Reşid, Kudus Gücü Komutanı İsmail Kaani ve Havacılık-Uzay Kuvvetleri Komutanı Emir Ali Hacızade bulundukları konutlar ve askerî karargâhlar içerisinde öldürülmüştür. Buna ek olarak saldırıda İran’ın nükleer programında önemli roller oynayan nükleer bilimciler de hedef alınmıştır. Saldırı sonucunda eski İran Atom Enerjisi Kurumu (İAEK) Başkanı Feridun Abbasi başta olmak üzere en az 6 nükleer bilimci yaşadıkları konutlarda suikasta uğramıştır. Yine saldırılarda çok sayıda sivil hayatını kaybetmiş veya yaralanmıştır. Açık kaynaklarda, hava saldırılarının yanı sıra İran içindeki MOSSAD unsurlarının da insansız hava araçlarıyla operasyonlar düzenlediğine dair iddialar bulunmaktadır. Saldırılarda Tahran, Tebriz, Kirmanşah, Kum, Hemedan, İsfahan ve Fordo’da bulunan nükleer ve askerî tesisler hedef alınmıştır. Genel olarak iki ülke arasındaki şiddet dozajı 2024 Nisan ve Ekim ayları ve son olarak Haziran 2025 ile birlikte sürekli artan bir eğilimde devam etmektedir.

İsrail ile İran arasındaki gerilim, uzun süredir Ortadoğu’nun güvenlik mimarisini belirleyen temel dinamiklerden biri olagelmiştir. Ancak son dönemde İsrail’in İran’a gerçekleştirdiği hedefli hava saldırıları, bu çatışmalı ilişkinin hem içerik hem de coğrafi kapsam bakımından yeni bir evreye taşındığını göstermektedir. Bu saldırılar sadece iki ülke arasındaki doğrudan çatışma ihtimalini artırmakla kalmamakta, aynı zamanda bölgesel ve küresel aktörlerin pozisyonlarını yeniden değerlendirmelerine neden olmaktadır. Özellikle İran’ın doğrudan karşılık verdiği son saldırıların ardından söz konusu gerilim artık aleni bir savaşa dönüşmüştür. Karşımızda, sadece taktik hamlelerle sınırlı kalan bir gölge savaşı değil, iki devletin doğrudan karşı karşıya geldiği yeni bir cephe hattı oluşmaktadır. Bu savaş, bölgede varlığını uzun süredir savaş, çatışma ve istikrarsızlık üzerinden meşrulaştıran İsrail’in tek taraflı savaşıdır. Bu savaş döngüsü ve bölgesel istikrarsızlık; Ortadoğu’daki diğer ülkelerin hemen hemen tamamının, yıllardır süregelen yıkım döngüsünden çıkmak ve istikrarlı, barışçıl ve ekonomik kalkınmayı önceleyen bir bölgesel düzenin inşasına odaklanmak istediği bir dönemde İsrail tarafından yeniden tetiklenmiştir. Dolayısıyla bu savaş sadece iki ülkenin değil; bölgeyi yeniden tanımlamak isteyen tüm aktörlerin önünde hem bir sınav hem de bir kırılma anı olarak durmaktadır.
İsrail’in İran’a yönelik saldırıları yalnızca ikili bir çatışma değil, aynı zamanda çok katmanlı bölgesel ve küresel bir meselenin tezahürü hâline gelmiştir. İran’ın Suriye ve Lübnan gibi ülkelerde uzun yıllardır vekil güçler aracılığıyla kurduğu etkinin 8 Aralık 2024’teki Suriye Devrimi’nin ardından büyük ölçüde ortadan kalkması, savaşın coğrafi yayılım alanını daraltmış görünse de Irak ve Yemen gibi alanlarda gerilimin sürme potansiyeli mevcuttur. Körfez ülkeleri ise istikrarsızlığın kendi sınırlarına sıçramasından endişe ederken İsrail’e tepkili ancak temkinli bir tutum izlemektedir. Öte yandan ABD’nin İsrail’e verdiği destek ile Rusya ve Çin’in şimdilik daha dengeleyici, temkinli ve çatışmadan uzak duran yaklaşımları, küresel güçler arasında da ciddi bir güven kaybına ve istikrarsızlığın ortaya çıkmasına sebep olabilir. Türkiye ise artan tansiyonu düşürme, değişen saha dinamikleri, ulusal çıkarları çerçevesinde barışçıl çözüm yolları oluşturma yönünde diplomatik çaba göstermektedir. Tüm bu gelişmeler, İsrail-İran geriliminin gelecekte ne yönde evrileceği sorusunu daha da kritik bir hâle getirmekte; hem bölgesel güvenliğin hem de küresel düzenin seyrine dair önemli ipuçları sunmaktadır.
İsrail’in saldırılarının henüz ilk günü sona ererken kaleme alınan bu rapor, İsrail-İran savaşının iç ve dış boyutlarını çok katmanlı bir biçimde ele almakta ve saldırıların ilk gününü bu çok boyutlu bağlamda değerlendirmektedir. İsrail iç siyasetinde güvenlik söyleminin nasıl araçsallaştırıldığı, İran’ın başta rejim güvenliği olmak üzere nükleer altyapısının ve üst düzey yöneticilerinin tepkileri, Iraklı Şii aktörlerin ve Körfez ülkelerinin meseleye yaklaşımları detaylı biçimde analiz edilmiştir. Ayrıca Kuzey ve Doğu Afrika’ya yansımalar, ABD-İsrail ilişkilerinin seyrine dair senaryolar, Rusya ve Çin’in tutumları ve Türkiye’nin bölgesel pozisyonu da rapor kapsamında ele alınmaktadır.
Rapor, sadece güncel gelişmeleri belgelemekle kalmayıp İsrail-İran geriliminin bölge düzeni üzerindeki potansiyel etkilerini stratejik düzeyde irdelemektedir. Bu yönüyle karar alıcılar, politika yapıcılar, medya ve akademik çevreler için hem bir referans kaynağı hem de yol gösterici bir analiz sunmaktadır.