Amerika Birleşik Devletleri (ABD) öncülüğündeki koalisyon güçlerinin 20 Mart 2003 tarihinde Irak’ı işgal etmesiyle Saddam Hüseyin önderliğindeki Baas Partisi rejimi sona ermiştir. Baas rejiminin devrilmesiyle birlikte Irak’ta yalnızca bir siyasi rejim değil aynı zamanda kurumsal yapı, toplumsal denge ve güvenlik mimarisi de tamamen değişmiştir. ABD yönetiminin “demokrasi ihracı” iddiasıyla başlattığı bu süreç, aradan geçen 22 yıla rağmen istikrarlı, katılımcı ve kapsayıcı bir düzen kurmayı başaramamıştır. Irak bugün hâlâ geçiş dönemi içerisindedir. Fakat bu geçişin yönü, süresi ve nihai hedefi konusunda toplumsal ve siyasi düzeyde belirsizlik devam etmektedir. Bu bağlamda Irak’ın son yirmi yılı, geçiş dönemi literatüründeki demokratik konsolidasyon süreçlerinden ziyade yapısal istikrarsızlık, güvenliksizleşme ve dış müdahalelerle tanımlanan uzun süreli bir “arada kalmışlık” durumu olarak okunabilir.
Siyasal Alanın Kimlik Bazlı Parçalanması
Irak’ta işgal sonrası inşa edilen siyasal sistem, teoride demokratik bir çerçeve sunmasına rağmen uygulamada siyasi elitler arası mezhepsel ve etnik temelli çıkar uzlaşılarına dayanan bir paylaşım düzenine (muhasasa) dönüşmüştür. Bu sistemde bakanlıklar, valilikler ve güvenlik birimleri, etnik ve mezhebi gruplar arasında müzakerelerle paylaşılmaktadır. Böylece liyakat ve kamu yararı yerine, grup kimliği ve sadakat belirleyici hâle gelmektedir.
Bu yapı yalnızca devletin işleyişini yavaşlatmakla kalmamakta aynı zamanda yolsuzluğun yaygınlaşmasına zemin hazırlamaktadır. Transparency International gibi uluslararası kuruluşların verilerine göre Irak, kamu yolsuzluğunda en kötü performans gösteren ülkeler arasında yer almaktadır. Bu bağlamda siyasal elitlerin ortaklaştığı temel payda, sistemin meşruiyet üretmesinden ziyade kaynak dağılımı üzerindeki kontrollerinin devamını sağlamaktır. Bu durum ise bir döngü hâlinde oluşan yeni yapının kendisini yeniden inşa etmesine neden olmaktadır.
2019 yılında patlak veren Ekim gösterileri, bu düzene karşı tabandan gelen en güçlü itiraz olarak değerlendirilebilir. Özellikle güney vilayetlerinde yoğunlaşan gösteriler işsizlik, yolsuzluk, kötü hizmetler ve siyasal temsil krizi gibi nedenlerle tetiklenmiştir. Bu gösteriler kısa sürede mevcut sistem karşıtı bir karakter kazanmıştır. Gösteriler sırasında hayatını kaybeden yüzlerce sivil ve güvenlik güçlerinin sert müdahalesi, halk ile devlet arasındaki mesafenin derinliğini göstermiştir. Buna rağmen 2021 Irak Parlamentosu Seçimlerinde kullanılan daraltılmış seçim bölgesi sistemi ile Ekim göstericilerinin Parlamento siyaseti üzerinden siyasi kanala katılımı sağlanmıştır. Dolayısıyla göstericiler siyasal kanala çekilerek sokaktaki varlıkları sonlandırılmıştır. Ancak 2025 yılında yapılması beklenen Irak Parlamentosu Seçimlerinde daraltılmış seçim bölgelerinin kullanılmaması, göstericilerin siyasi temsilini olumsuz etkileyecektir.
Güvenlik Sektörü Karmaşası
Irak’ın işgal sonrası süreçteki en belirgin kriz alanlarından biri; güvenlik mimarisinin parçalanmış yapısı olmuştur. 2003 sonrası oluşan güvenlik boşluğu, çok sayıda devlet dışı silahlı aktörün ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. 2014 yılında terör örgütü DEAŞ’ın Musul’u ele geçirmesi, sadece bir güvenlik zaafı değil aynı zamanda devletin egemenlik kapasitesinin zayıflığının açık bir göstergesi olmuştur. Her ne kadar DEAŞ’ın silahlı varlığı 2017’de büyük ölçüde ortadan kaldırılmış olsa da örgütün hücresel yapılanması varlığını sürdürmekte ve belirli bölgelerde tehdit oluşturmaya devam etmektedir.
Terör örgütü DEAŞ sonrası güvenlik boşluğunu doldurma iddiasıyla kurulan Haşdi Şaabi, zamanla sadece bir askerî güç değil aynı zamanda siyasi ve ekonomik bir aktör hâline gelmiştir. Hatta Haşdi Şaabi Komisyonu Başkanı Falih Feyyad, Haşdi Şaabi’yi ideolojik ve siyasi boyutları olan askerî güç olarak tanımlamıştır. Haşdi Şaabi içindeki İran ile yakın ilişkilere sahip grupların bu yapıdaki en etkin güç olması, Irak’ın iç siyasetinde dış etkilerin artmasına neden olmuştur. Bu çerçevede Haşdi Şaabi’nin resmî güvenlik yapısı içinde yer almasına karşın merkezî otoriteden bağımsız hareket edebilme kapasitesi, ülkenin egemenlik sorununu derinleştirmektedir.
Ekonomik Potansiyel ve Gerçekler
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) üyeleri arasında ikinci sırada yer alan Irak, millî bütçesinin %90’ından fazlasını petrol ihracatından elde ettiği gelirle finanse etmektedir. Petrol gelirlerine aşırı bağımlı bir ekonomik yapı, Irak ekonomisini dışsal faktörlere karşı kırılgan hâle getirmektedir. Bununla birlikte petrol gelirleri, iç yapısal sorunların gündeme alınmasını engelleyen geçici bir finansman kaynağına dönüşmektedir.
Irak ekonomisinin karşı karşıya olduğu bir diğer temel problem, üretim sektörlerinin gelişmemiş olmasıdır. Tarım, sanayi ve teknoloji gibi alanlar büyük ölçüde ihmal edilmiştir. Bunun yerine kamu sektörü istihdamın ana kaynağı hâline gelmiştir. Irak Planlama Bakanlığı İstatistik Ofisi, 2020-2021 yılı verilerine göre ülkede toplam çalışan nüfusun yaklaşık yüzde 60’ı doğrudan veya dolaylı olarak kamuya bağlı işlerde çalışmaktadır. Bu durum hem kamu bütçesi üzerinde yük oluşturmakta hem de özel sektörün gelişmesini engellemektedir.
Ekim 2019 gösterilerinin ardından ilan edilen ekonomik reform programları ve büyük ölçekli altyapı projeleri, ekonomik çeşitliliği artırma hedefi taşımaktadır. Bu doğrultuda Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani döneminde somutlaşan Kalkınma Yolu Projesi, Irak’ı Ortadoğu ile Avrupa ve Asya arasında bir ticaret koridoruna dönüştürmeyi hedeflemektedir. Henüz projenin aşamalarının inşa ve planlama kısmında olması, bu yatırımların halkın gündelik yaşamına dokunmasını sınırlamaktadır. Bu bağlamda Irak’ın ekonomik gerçekliği, sadece gelir kaynaklarının artırılmasıyla değil bu kaynakların nasıl yönetildiği, kimler arasında nasıl dağıtıldığı ve ne tür bir toplumsal dönüşüm yaratmayı hedeflediğiyle doğrudan ilişkilidir.
Toplumsal Dinamikler
1980’de başlayan İran-Irak savaşı ile Irak toplumunun son kırk yılı, savaşlar, ambargolar, işgaller ve iç çatışmalar içinde geçmiştir. Bu durum yalnızca fiziksel altyapının değil aynı zamanda toplumsal dokunun da kırılganlaşmasına neden olmuştur. Ancak bu kırılganlık, mutlak bir çözülmeye yol açmamış; aksine birçok bölgede güçlü bir hayatta kalma stratejisi ve direnç kültürü üretmiştir. Özellikle aşiretler gibi yerel toplulukların kendi iç dayanışma ağlarını kurarak temel hizmetleri yerine getirmeye çalışması, devletin zayıflığı karşısında alternatif bir toplumsal organizasyon becerisinin gelişmesine neden olmuştur. Ancak bu durum aynı zamanda da devlet otoritesinin sınanmasına yol açmıştır. Bu direnç kapasitesine rağmen Irak toplumunda zamanla bir yorgunluk ve güvensizlik hissi yayılmıştır. Devletin temel hizmetleri sağlayamaması, yolsuzlukların sürekliliği ve siyasi temsil krizleri, Iraklıların sisteme yönelik inancını zayıflatmıştır. Özellikle 2019’daki Ekim gösterileri sırasında gençlerin dile getirdiği talepler yalnızca ekonomik beklentilerle sınırlı kalmamıştır. Bu durum ise Irak seçimlerine katılım oranlarının seçimlere göre düşüş göstermesi ile örneklenebilir. Ayrıca gösterilerde kullanılan semboller, sloganlar ve yeni medya araçları, Irak gençliğinin önceki kuşaklardan farklı bir siyasal bilinç geliştirdiğini ortaya koymuştur.
Tüm baskılara rağmen Irak’ta toplumsal dönüşüm ihtimali, özellikle genç nüfus, sivil toplum inisiyatifleri ve kültürel üretim alanlarında gözlemlenmektedir. Üniversitelerde ve dijital mecralarda görünür hâle gelen yeni kuşak, mezhepsel ve etnik kimlikler yerine bireysel haklar, ifade özgürlüğü ve sosyal adalet gibi evrensel değerlere referansla siyasal bir pozisyon geliştirmektedir. Bu yönelim, uzun vadede Irak siyasetini dönüştürebilecek toplumsal bir zemine neden olabilir.
Arada Kalmış Bir Irak
Irak’ın son yirmi yılı, klasik anlamda bir geçiş sürecinin ötesine geçerek yapısal bir belirsizlik durumu almıştır. Siyasal sistemde mezhep ve etnik temelli güç paylaşımı kalıcılaşmış, devletin güvenlik alanındaki otoritesi erozyona uğramış, ekonomik kaynaklar verimsiz şekilde yönetilmiş ve toplumsal katmanlarda giderek derinleşen bir temsil ve adalet krizi ortaya çıkmıştır. Reform söylemleriyle başa gelen birçok hükümet, yapısal sorunların kaynağı olan kurumsal düzeni dönüştürmekte yetersiz kalmıştır. Bu durum Irak’ın, savaş sonrası bir yeniden inşa örneği veya kurumsallaşmış bir demokratik sistem modeli olarak tanımlanamamasına yol açmıştır. Bununla birlikte Irak’ın geleceği yalnızca mevcut krizlerin tekrarından ibaret olmayabilir. Genç nüfusun artan siyasal bilinci, sivil toplumun sınırlı da olsa yükselen görünürlüğü ve toplumsal taleplerin kimliklerin ötesine geçmeye başlaması, Irak’ta bir dönüşüm zemini oluşabileceğine işaret etmektedir. Merkezî otoritenin yeniden inşası, dış müdahalelere karşı egemenlik kapasitesinin güçlendirilmesi ve yolsuzlukla mücadelede somut ilerlemeler sağlanmadıkça bu dönüşüm ihtimali zayıf kalacaktır.
Irak’ın bugünkü durumu, bir rejim değişikliği sonrasında ortaya çıkan geçici karmaşadan ziyade, kökleşmiş yapısal sorunlarla biçimlenmiş kalıcı bir geçiş hâline benzemektedir. Bu nedenle 2003 sonrası Irak’ı anlamak için artık “geçiş dönemi” değil “arada kalmışlık” gibi bir çerçeve öne çıkmaktadır. Irak’ın bu arada kalmışlık durumundan çıkışı, yasal düzenlemelerin ötesinde devletin niteliği, toplumla kurduğu ilişki ve kendi iç dinamiklerine dayalı karar alma kapasitesiyle şekillenebilir.