Arama Yapın

Aramak istediğiniz kelimeyi yazın

Koordinatörlükler

Dönüşüm Sürecinde Diplomasi: Şara Yönetimi, Trump’ın Talepleri ve DEAŞ Tehdidi

Aralık 2024’te Suriye’de devrimin gerçekleşmesinin ardından geçen ilk haftalar, hatırlanacağı üzere devrim lideri Ahmed Şara ile devrimi gerçekleştiren Heyet Tahrir Şam
(HTŞ) öncülüğündeki askerî grupların yaşadığı ideolojik dönüşümün gerçekliği ve samimiyeti ekseninde yürütülen tartışmalarla geçmişti. Bu tartışmalar esnasında özellikle dönüşümün söz konusu gruplar içerisindeki bütün savaşçıları kapsayıp kapsamadığı sorusu ise en fazla gündeme gelen konulardan biri olmuştu. Dönüşüm sadece Şara gibi HTŞ’nin öncü kadroları arasında mı gerçekleşmişti yoksa HTŞ ile birlikte hareket eden bütün askerî gruplar ve bu gruplar içinde yer alan savaşçılar için de bu dönüşüm geçerli miydi? Şayet geçerli değilse bu önümüzdeki dönemde birtakım bölünmelere neden olma riski taşımaz mıydı? Bu tür bölünmeler ise ülkenin tekrardan yeni bir çatışma ortamına sürüklemesine yol açmaz mıydı?

Devrimin öncü ismi Şara da tüm bu soru ve endişelerin farkında olmalı ki devrimin akabinde iktidara geldikten sonra devrimi beraber gerçekleştirdiği kişileri dışarıda bırakmamaya özen gösterdi. İdlip yönetiminde beraber çalıştığı kişileri devrimden sonraki yönetimde de önemli pozisyonlara atadı ve askerî grupları da ülkenin yeni teşekkül eden merkezî ordusuna entegre etmeye çalıştı. Aslında bu gayret ve çaba bir yönüyle Şara’nın bütün devrimcileri söz konusu dönüşümün içine almaya yönelik takip ettiği makul bir strateji gibi durmaktaydı. Zira aksi bir uygulamada dışarıda kalanların süreçten dışlanmışlık hissiyle küskünleşmeleri ve bu nedenle dönüşüm sürecine katılamamaları dolayısıyla da iç savaş esnasında şekillenen katı ideolojik çerçeve içinde kalmayı sürdürmeleri çok olası bir ihtimal olarak kalacaktı. Bu da Şara’nın ve yeni yönetimin cihadi-Selefî politik doktrin çerçevesinde sorgulanması ve ülkede çatışma ortamının devam etme potansiyeli taşıması anlamına gelmekteydi. Fakat Şara öncülüğündeki yeni yönetim, ülke içinden onun kapsayıcılığını sorgulayan bazı muhalif itirazlara rağmen bu politikasını sürdürmede ısrarcı oldu.

Suriye’de yaklaşık on üç yıl devam eden iç savaş, ülkedeki muhalif askerî grupların ideolojik dünyasının cihadi-Selefî doktrin üzere şekillenmesinde belirleyici olmuştu. Devrim sonrasında ise bu dinî-siyasi doktrinsel çerçevenin esnemesi yeni yönetim açısından zaman alacak zor bir meydan okumaydı. Bunun için ise kendisine güven duyulan ve itibar edilen karizmatik bir liderlik hayatı önem arz etmekteydi. Zira ancak böyle bir liderin öncülüğündeki geçiş süreci, yıllarca katı ideolojik inanç kalıplarıyla savaşmış bir kitlenin dönüşümünü mümkün kılabilirdi. Nitekim devrimin yaklaşık ilk altı aylık tecrübesi böyle bir liderliğin söz konusu kitleyi büyük oranda kontrol altında tuttuğu ve dönüşümün içine eklemlediği modeli bizlere sundu. Öyle ki geçen altı aylık süreçte ne HTŞ içinden ne de diğer müttefikler arasından Şara’ya veya yeni yönetime karşı onlara göre daha muhafazakar bir yerde konumlanan ciddi bir itiraz ve muhalefet yükselmedi.  

Diğer taraftan yukarıda da ifade edildiği gibi bu dönüşüm serüveni uzun soluklu zor bir yolculuk olacak gibi durmaktadır. Öyle ki yaşanabilecek her bir gelişmenin, ideolojik ve kurumsallaşma düzleminde devletleşme süreci henüz tamamlanmamış ülkedeki yeni yapıya halel getirme potansiyeli taşıdığı görülmektedir. Zira bu dönüşüm sürecinde birtakım grupların hâlâ izleri silinmemiş dinî-siyasi doktrinsel hassasiyetleri bazı savaşçılar üzerinde harekete geçirme riski bulunmaya devam etmektedir. Şara başta olmak üzere yeni yönetimin özellikle devlet inşa sürecinde benimsediği politikalarda ve uluslararası sisteme entegrasyona yönelik gerçekleştirdiği hamlelerde bu tür meydan okumalarla karşılaşacağı aşikârdır. Nitekim geçtiğimiz günlerde Şara’nın Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’la Riyad’ta görüşmesi sonrasında, DEAŞ’ın haftalık yayın organı en-Nebe dergisinde örgütün Şara’yı hedef alması ve özellikle ülkedeki yabancı savaşçıları kendi grubuna davet etmesi bunun göstergesi niteliğindedir.

“Velâ ve Berâ” yani “Müslümanları dost belleyip gayri Müslimlerle her türlü ilişkiyi keserek onlardan uzak durma, onları düşman kabul etme ve hatta onlardan nefret etme” prensibi, öteden beri el-Kaide ve DEAŞ gibi örgütlerin temsil ettiği radikal Selefî düşüncenin en baskın teopolitik doktrinlerinden biri olmuştur. Bu örgütler nezdinde özellikle ötekiyle ilişkinin sınırları bu prensip çerçevesinde şekillenmiştir. Hatta DEAŞ ile birlikte bu ilkeye dayanan “öteki” kavrayışının kapsamı, gayrimüslim sınırını aşarak kendileri gibi düşünmeyen tüm grup ve bireyleri -Müslümanlar da dâhil olmak üzere- içine alacak şekilde genişlemiştir. Bu anlayışa göre özellikle bir Müslüman yöneticinin gayrimüslim unsurlarla herhangi bir ittifak ilişkisine girmesi kesinlikle kabul edilemez olarak değerlendirilmiştir.

Suriye’deki uzun soluklu iç savaş atmosferinin dışlayıcı karakteri bağlamında bazı savaşçılara şekil veren bu ideolojik çerçeve, şüphesiz Şara’nın ve yeni yönetimin özellikle uluslararası diplomatik temasları açısından önemli bir meydan okuma teşkil etmektedir. Zira yeni yönetimin meşruiyet inşası açısından kaçınılmaz olan bu temasları, DEAŞ gibi radikal örgütler tarafından söz konusu teopolitik zaviyeden tenkide tabi tutulmakta ve daha önce bu teopolitiği benimsemiş savaşçılar da bu örgütlere devşirilme amacına matuf olarak hedef seçilmektedirler. Nitekim yukarıda da ifade edildiği gibi DEAŞ’ın yayın organı en-Nebe’de yer alan makalede Şara’nın Trump’la görüşmüş olması “velâ ve berâ” prensibinin ihlali olarak görülmüştür. Öyle ki bu makalede Şara; cihadi-Selefî literatürde söz konusu prensip bağlamında Müslüman toplumu tanımlayan bir kavram olarak kullanılan “İbrahim Milleti”ni terk etmekle ve “Yahudi devletinin koruma duvarlarını güçlendirmek” için “İbrahim Antlaşmaları” içinde yer almakla suçlanmaktadır. Diğer taraftan aynı makalede, Trump ile yaptığı anlaşma çerçevesinde Şara’nın kendi çıkarlarını koruma adına birlikte savaştığı yabancı savaşçıları gözden çıkardığı teması öne çıkarılmıştır. Ayrıca bu yabancı savaşçılara, kendilerine katılma hususunda güçlü bir çağrıda bulunulmuştur.

Hülasa, bütün bunlar göstermektedir ki Şara öncülüğünde icra edilen yeni ulus devlet inşa sürecinin ve bu süreçle ilişkili olarak bütün kadrolara yayılması hedeflenen ideolojik dönüşümün uzun soluklu bir serüven olma gerçekliği dikkate alınmak zorundadır. Suriye’deki iç savaşın bakiyesi yukarıda zikredilen gerçeklikleri hesaba katmadan yeni yönetimden veya Şara’dan “İbrahim Antlaşmaları”na katılmak veya yıllarca beraber savaştıkları yabancı savaşçıları ülkeden çıkarmak gibi taleplerde bulunmak sahadaki gerçeklikle uyuşmamaktadır. Özellikle Suriye’deki iç savaşı uzun süre sadece DEAŞ üzerinden okuyan Batılı ülkelerin, benzer örgütlerin bölgede yeniden peyda olmasına fırsat vermek istemiyorlarsa Suriye’deki yeni yönetime bu tür meselelerde baskı uygulamaktan kaçınmaları ve söz konusu konular etrafında zaman tanımaları gerekmektedir. Aksi taktirde zihin dünyaları ve ideolojik yaklaşımları on üç yıl süren zorlu iç savaş ortamında şekillenmiş savaşçıların entegrasyon sürecinin devam ettiği şu süreçte dışlanmaları, adam devşirme ve bölgede yeniden canlanma hususunda fırsat kollayan DEAŞ’a büyük imkân tanıyacaktır. Dolayısıyla bütün uluslararası aktörlerin Suriye ile ilişkilerinde ortaya koydukları şartları ve talepleri bütün bu denklemler bağlamında çok boyutlu düşünmeleri zaruri görünmektedir.

Başlıklar

Bu Yazıyı Paylaşın
Yazdır

Benzer Yayınlar