Beşşar Esed’in devrilmesinin ardından, Suriye’nin yeniden inşa süreci yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Bu süreçte karşılaşılan en büyük engellerden biri Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Suriye’ye uyguladığı ekonomik yaptırımların geleceği ve bu yaptırımların yeniden inşa sürecine etkisi olacaktır. Aralık 2024’te Esed’in devrilmesinin ardından Avrupa Birliği (AB) yaptırımları askıya alma kararı alırken ABD, daha temkinli bir yaklaşım sergileyerek sürece daha yavaş bir şekilde dâhil olmuştur. Ancak 13 Mayıs 2025 tarihinde ABD Başkanı Donald Trump, Suudi Arabistan ziyareti sırasında, Suriye’de yıllardır süren krize dikkat çekmiş ve bu gidişatı durdurmak için başta Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman olmak üzere diğer bölge liderlerinin talepleri doğrultusunda ABD’nin Suriye’ye uyguladığı yaptırımları kaldıracağını açıklamıştır. Bu açıklama dünya kamuoyunda büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır. Bu gelişmenin ardından, Suriye’nin yeniden yapılandırılmasına engel teşkil eden bu yaptırımların tarihsel gelişimini ve ne anlama geldiğini tekrar gözden geçirmek önemlidir.
ABD’nin Suriye’ye yönelik yaptırımları, 2011’de başlayan iç savaşla birlikte gündeme gelmiş gibi görünse de bu yaptırımların kökeni çok daha eskiye dayanmaktadır. İlk olarak 1970’li yılların sonlarında, dönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed’in Sovyetler Birliği ile yakınlaşması ve Lübnan’daki müdahaleci faaliyetleri nedeniyle Suriye “teröre destek veren devletler” listesine alınmış ve çeşitli yaptırımlara maruz kalmıştır. Bu ilk dönem yaptırımlar özellikle askerî teçhizat ve bu teçhizatla bağlantılı ticareti sınırlamaya yöneliktir. Ancak 2003 yılına gelindiğinde, ABD Kongresi tarafından kabul edilen “Suriye Hesap Verebilirlik ve Lübnan Egemenliğini Yeniden Tesis Etme Yasası” ile yaptırımlar daha sert ve kapsamlı bir hâle gelmiştir. Bu çerçevede askerî ürünlerin ticaretine getirilen kısıtlamalar genişletilmiş; gıda ve ilaç gibi temel insani ihtiyaçlar dışındaki tüm ihracat yasaklanmış; belirli kişi ve kurumların ABD’deki malvarlıkları dondurulmuş ve diplomatik ilişkiler sınırlanmıştır.
2011 yılında Arap Baharı’nın etkisiyle başlayan iç savaş sonrasında, ABD yaptırımlarının kapsamı daha da genişletilmiştir. Bu yeni yaptırım dalgasıyla Esed rejimiyle bağlantılı olduğu tespit edilen kişi ve kurumların malvarlıkları dondurulmuş; Suriye hükûmetiyle doğrudan ilişkiler yasaklanmış; ABD vatandaşları ve kurumları için Suriye’ye yönelik yeni yatırımlar tamamen durdurulmuştur. Bu yaptırımları takiben 2020 yılında yürürlüğe giren “Sezar Suriye Sivil Koruma Yasası” (Caesar Syria Civilian Protection Act), ABD’nin yaptırım politikasını uluslararası bir boyuta taşımıştır. Önceki yaptırımlar ağırlıklı olarak belirli kişi ve kuruluşlarla sınırlı kalırken Sezar Yasası bu sınırları aşarak Suriye’nin askerî ve istihbarat kurumlarının yanı sıra Esed rejimiyle bağlantılı enerji üretimi, askerî, inşaat ve mühendislik sektörlerinde faaliyet gösteren yabancı kişi ve kuruluşları da kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Böylece yalnızca doğrudan ilişkili aktörler değil rejime dolaylı ya da dolaysız destek veren tüm üçüncü taraflar da yaptırım çerçevesine alınmıştır. Ayrıca bu yasa kapsamında finansal yaptırımlar yeniden vurgulanarak Suriye Merkez Bankası, “birincil kara para aklama riski taşıyan mali kuruluş” olarak sınıflandırılmıştır. Bu sınıflandırma, Suriye’nin küresel finansal sistemle bağlantısını ciddi biçimde sınırlamış; bankacılık sektöründe hesap açma, para transferi ve diğer finansal işlemler üzerinde kapsamlı kısıtlamalar getirmiştir.
2024 yılının sonlarında Esed rejiminin devrilmesinin ardından, ABD yaptırımlarında sınırlı da olsa bazı esneklikler gözlemlenmiştir. Özellikle bankacılık sektörüne yönelik olarak Suriye Merkez Bankası aracılığıyla yapılan işlemleri de kapsayan, ticari olmayan kişisel para transferlerine 7 Temmuz 2025 tarihine kadar geçici olarak izin verilmiştir. Bu gelişme yeni dönemde Suriye halkına insani yardım ulaştırılmasının önünü açma çabasının bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Ticaret alanında ise enerji sektörü öne çıkmaktadır. ABD, uzun süre Suriye’den petrol ürünleri ithalatını yasaklamış aynı şekilde ABD vatandaşlarının Suriye’nin petrol ve doğal gaz sektörlerinde hizmet sunmaları ya da yatırım yapmaları da yasak kapsamına alınmıştır. Ancak rejimin devrilmesinin ardından bu alanda da bir yumuşama gözlemlenmiş, petrol, petrol ürünleri, doğal gaz ve elektrik gibi enerji kaynaklarının ülkeye veya ülke içinde satışı, tedariki ve depolanmasını destekleyen faaliyetlere izin verilmiştir.
Sonuç olarak 2011 sonrası uygulamaya konan yaptırımlar, önceki dönemlere kıyasla çok daha kapsamlı ve çok boyutlu bir yapıya bürünmüştür. Bu yaptırımlar sadece rejimle doğrudan ilişkili kişi ve kurumları değil onlara destek sağlayan üçüncü taraf aktörleri de hedef almış; bankacılık, finans ve ticaret gibi kritik alanlarda Suriye ekonomisini uluslararası sistemden izole etmeyi amaçlamıştır. Esed rejiminin sona ermesiyle birlikte bu yaptırımların bazı alanlarda gevşetilmeye başlanması ise yeniden inşa süreci açısından önemli bir dönüm noktasıdır.
Yaptırımların Kaldırılmasının Suriye Ekonomisine Olası Yansıması
ABD’nin ve bazı Batılı ülkelerin uyguladığı kapsamlı ekonomik yaptırımlar, yabancı firmaların Suriye’de faaliyet göstermesini büyük ölçüde engellemekte doğrudan yatırım akışını kesintiye uğratmakta ve ülkenin ekonomik toparlanma sürecini ciddi şekilde aksatmaktadır. Bu çerçevede ABD Başkanı Donald Trump’ın 13 Mayıs 2025’te Suudi Arabistan’da yaptığı “yaptırımların kaldırılacağı” ve Suriye’nin artık “yeterince felaket yaşadığı” yönündeki beyanı sadece politik bir söylem olmanın ötesinde, ülkenin geleceği için çok boyutlu sonuçlar doğurma potansiyeli taşıyan bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Bu karar Suriye’nin geleceğine dair yapılacak projeksiyonlarda öncelikli değişkenlerden biri hâline gelmiştir.
Meşruiyet ve İstikrarın Tesisinde Kritik Rol
Yaptırımların kaldırılmasının ilk ve en önemli etkisi, Suriye’deki yeni hükûmete yönelik uluslararası meşruiyetin güçlendirilmesidir. ABD yaptırımlarının varlığı, yeni yönetimin diplomatik temaslarında muhatap ülkeler ve kurumlar nezdinde çeşitli endişelere yol açmakta; bu da siyasi ve ekonomik iş birliklerini kurma veya sürdürme konusunda somut adımlar atılmasını zorlaştırmaktadır. Yaptırımların kalkmasıyla birlikte bu endişeler ortadan kalkacak, yeni yönetimin dış politika alanında daha sağlam bir zemin üzerinde hareket etmesine olanak sağlanacaktır. Böylece Suriye uluslararası toplumun meşru bir muhatabı olarak yeniden tanımlanacak ve bu durum siyasi istikrarın yanı sıra iç kamuoyunun güvenini kazanmada da önemli bir rol oynayacaktır.
Bölgesel Ekonomik İlişkilerin Hız Kazanması
Meşruiyetin kazanılması yalnızca siyasi düzlemde değil aynı zamanda bölgesel ekonomik ilişkilerin yeniden inşası açısından da önemli bir eşik oluşturacaktır. Özellikle Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle geliştirilecek ikili ve çok taraflı ekonomik iş birlikleri, Suriye’nin yeniden yapılandırılmasında lokomotif rol üstlenecektir. Yaptırımların kalkması, bölgesel ticaretin canlanmasını, sınır ötesi yatırım projelerinin önünün açılmasını ve altyapı projelerinde iş birliğini mümkün kılacaktır. Lojistik ağların yeniden kurulması, enerji iletim hatlarının işletilmesi, tarımsal üretim ve sanayi altyapısının modernizasyonu gibi alanlarda başta bölge ülkeleri olmak üzere çok sayıda aktörün sahaya girmesi beklenmektedir. Bu yönüyle, yaptırımların kaldırılması, Suriye’nin yalnızca iç ekonomisini değil aynı zamanda bölgesel entegrasyonunu da hızlandıracak bir işlev görmektedir.
Yeniden Yapılandırma için Gerekli Finansmana Erişim
Yaptırımların sürmesi hâlinde Suriye, ne çok taraflı kalkınma kuruluşlarından (Dünya Bankası, İslam Kalkınma Bankası, IMF gibi) finansman sağlayabilmekte ne de özel sektörün güvenini kazanarak uzun vadeli doğrudan yatırımları çekebilmektedir. Bu durum, yeniden yapılandırma sürecinin başlatılmasını geciktirmekte ve dış finansman kaynaklarının mobilize edilmesini engellemektedir. Yaptırımların kaldırılmasıyla birlikte, uluslararası finans kuruluşlarından destek alınmasının önü açılacak; özel sektör aktörleri özellikle enerji, inşaat ve altyapı sektörlerinde yatırım yapma konusunda daha istekli hâle gelecektir. Özellikle bankacılık ve finans sektörüne yönelik yaptırımların kaldırılması ticari işlemlerin yasal zemin kazanmasını, para dolaşımını ve sermaye girişlerini kolaylaştıracaktır.
Sonuç olarak ABD yaptırımlarının kaldırılması, Suriye için yalnızca ekonomik bir rahatlama değil aynı zamanda siyasal meşruiyetin yeniden kazanılması, bölgesel iş birliğinin hızlanması ve kalkınma için gerekli finansal kaynaklara erişimin mümkün hâle gelmesi anlamına gelmektedir. Bu gelişme, Suriye’yi izole bir kriz ülkesinden çıkararak yeniden bölgesel entegrasyon ve kalkınma bağlamına dahil edebilir. Başta Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan olmak üzere bölge ülkelerinin öncülüğünde kurulacak ekonomik ve diplomatik platformlar, Suriye’nin geleceğinin şekillenmesinde merkezî bir rol oynayacaktır.