Prof. Dr. Türel YILMAZ ŞAHİN, Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
1963 yılından beri Baas yönetimi altında olan Suriye’de, 1970’de yine Basçılardan hava generali Hafız Esad bir darbe ile iktidarı ele geçirerek, öldüğü 2000 yılına kadar ülkede adeta diktatörlüğünü tesis etmiştir. Ölümünün ardından oğlu Beşar Esad devlet başkanlığına gelmiş ve yine ülkeyi Baas idare etmeye devam etmiştir. Beşar Esad’ın iktidarında ülkenin daha demokratik olacağı beklentisi hakimdi. Beşar Esad, Batıya daha yakın dururken, Türkiye ile ilişkileri, iki ülke arasındaki sınırları kaldıracak kadar ileri seviyeye taşıyan adımlar attı. Ancak, son dönemde Suriye’de ortaya çıkan olayların, Esad yönetimini gerek iç gerekse dış politikasını yeniden gözden geçirmeyi gerektirecek kadar ciddi boyutlara ulaşmış olmasına rağmen, yönetimin uyguladığı politikalar, ülkeyi kaosa sürüklemiş, beraberinde bölgeyi de derinden etkileyecek işaretler vermeye başlamıştır.
Suriye’deki olayları, Suriye halkının demokratik reform, siyasi mahkumların serbest bırakılması, ekonomik yolsuzluklarla mücadele gibi beklentilerine, askerin halka yönelik sert tutumu şiddetlendirmiş ve bu durum ülkedeki güvensizlik ortamını daha da derinleştirmiştir.
Suriye’de yaklaşık üç aydır devam eden protestoları bastırmaya çalışan hükümetin, çoğu silahsız olan sivillere karşı askeri güce başvurması sonucu binlerce kişi ölmüş, on binlerce kişi gözaltına alınmış, tutukluluk sürecinde birçok insan işkenceye maruz kalmış, Cisr el-Şugur kenti askerlerin rastgele açtığı ateşler ve yıkımlar nedeniyle adeta haritadan silinmiş, ülkenin birçok yerinde elektrik, su, telefon gibi hizmetler kesilmiş durumdadır.
Ülkedeki bütün basın-yayın organları ve internet kullanımı tamamen devletin denetiminde olup, ülke halkının iletişim özgürlüğü kısıtlanmış durumdadır. Kısaca, insan hakları ihlalleri ve şiddet hemen hemen her alanda devam etmektedir.
Suriye’deki olaylar karşısında uluslararası toplum, bu ülkeye yönelik olarak yaptırım kararları almıştır. Bu nedenle Suriye yönetimi, bir an önce şiddete son vermeli, reform hareketlerini başlatmalı ve halkın her kesimiyle doğrudan diyalog sürecine girmelidir. Bu olaylar devam ederse, daha fazla Suriyeli yurt dışına göç etmek zorunda kalacaktır. Bu durum ise, olaylar karşısında “insani” boyutlu olarak Türkiye’nin sorumluluğunu arttıracaktır. Çünkü bu göçler büyük oranda Türkiye’ye yapılmaktadır.
Türkiye, Suriye’deki olaylara siyasi mahiyetin ötesinde “insani” olarak bakmaktadır. Bunun için de imkanlarını daha ilk günden itibaren seferber etmiş, Suriye sınırında kurulan çadır kentlerde sığınmacıların rahat etmesi için her şeyi yapmış/yapmaya devam etmektedir. Gelişen olaylardan da şunu anlıyoruz ki, Türkiye, sayıları ne olursa olsun Suriyeli sığınmacıların topraklarına girmesini engellemeyecek ve sınırlarını kapatmayacaktır.
Burada üzerinde önemle durulması gereken bir husus vardır: Türkiye, Suriye’deki olaylar karşısında ne muhalefeti ne de Beşar Esad’ı memnun etmek zorunda değildir. Hali hazırda bu sorun karşısında Türkiye’nin izlediği politikaya bakıldığında; sorunun, Suriye halkının çıkarına olacak şekilde, “ülkenin birliği” sağlanarak, barışçı bir şekilde çözülmesi yönünde olduğu görülmektedir. Türkiye, diğer bölge ülkelerinde olduğu gibi, Suriye’deki “demokrasiye geçiş süreci”ne de destek vermekte, ancak bir tarafı silahlandırarak, halk içinde kardeş kavgası yaratmak istememektedir.
Türkiye’nin isteyeceği şey, Suriye’deki sürecin daha sağlıklı geçmesi, Suriyeli kardeşlerinin köylerinde ve şehirlerinde barış, huzur ve istikrar içinde yaşamasıdır. Çünkü, Türkiye-Suriye ilişkileri yıllardır, özellikle de 2000’li yılların başlarından itibaren özenle, sabırla ve hassasiyetle geliştirilmiş, yapılan siyasi, ekonomik, sosyal işbirliği sonucu her iki ülke de oldukça kazançlı çıkmıştır. Şimdi, bu kazanımları kaybetmemek, bölgede istikrara katkı sağlamak amacıyla, Suriye’de acilen “yeni, uygar, demokratik, çok partili, iktidar değişiminin yaşanabildiği, hukukun üstünlüğünün yer aldığı bir yapının oluşması” gerekmektedir.