Prof. Dr. Ramazan Gözen, Abant İzzet Baysal Üniv. İ.İ.B.F. Dekanı, Uluslararası İlişk
Libya’da, uluslararası ilişkiler pratiğinde ve hatta teorisinde şu ana kadar hiç görülmemiş bir durumla karşı karşıyayız. Libya merkezli uluslararası süreç, son yıllarda şahit olduğumuz Kosova, Bosna, Irak, Afganistan gibi örneklerin hiç birine benzemiyor. Libya örneğinin diğerlerinden temel farkı şudur: Öncelikle, başta ABD olmak üzere devletlerin ve uluslararası örgütlerin hiç biri, Libya’da iktidar değişimi ile sonuçlanması beklenen ve istenen bir çatışmaya kara operasyonu yoluyla doğrudan müdahil olmuyor, olmak istemiyor. Ne BM, ne NATO ne de başka bir uluslararası örgüt, Libya içinde rol veya görev almak için bir hazırlık veya düzenleme yapmıyor. Bunun yerine, Kaddafi güçleri ile isyancılar arasında devam eden şehirleri ele geçirme mücadelesinde ortaya çıkan iç çatışma ya da savaş, dışarıdan gerçekleştirilen bir uluslararası müşterek operasyon çerçevesinde yönetilmeye veya yönlendirilmeye çalışıyor. Libya açıklarında ve hava sahasında oluşturulan uluslararası askeri güç, dışarıdan oluşturduğu baskı aracılığıyla, Kaddafi ile muhalifleri arasındaki çatışmanın muhalifler lehine gelişimine dolaylı yollardan destek veriyor.
Bu durum, BM Güvenlik Konseyi’nin 1970 ve özellikle 1973 sayılı kararlarının istediği bir şeydir. Kararlar, Libya’ya yaptırım ve operasyonlar yapılmasına izin veriyor, ancak Libya’yı işgale, yani başka bir ülke veya örgüt askerlerinin Libya’ya gönderilmesine yol açabilecek bir uygulamayı yasaklıyor. Aynı şekilde, BM kararları çerçevesinde hareket etmekte olan NATO’nun da böyle bir planı ya da niyetinin olmadığı görülüyor. İlave olarak, Obama Yönetimi’nin kesinlikle geri planda kalmaya çalıştığının; İngiltere’nin her zaman olduğu gibi ABD’yle beraber hareket ettiğinin; Fransa’nın ise Sarkozy’nin “tilkice” öne çıkışına Türkiye başta birçok ülkeden tepki geldiği için geri adım atmak zorunda kaldığının; ve en nihayetinde tüm NATO ülkelerinin örgütün BM kararına destek verme ve ortak hareket etme konusunda konsensüse sahip olduğunun altını çizmek gerekir.
Dolayısıyla, BM Güvenlik Konseyi ve NATO ülkeleri Libya konusunda, tarafsız, ilgisiz veya etkisiz değildir. Ancak örneğin Afganistan, Kosova, Bosna ve hatta Irak örneklerinden farklı olarak, uluslararası kuruluşlar ve devletler bir ülkedeki iktidarı düşürmek için bizzat savaşa katılarak kendilerini savaşın aktif tarafı yapmak yerine, ülke içindeki güçler arasındaki dengeyi dışarıdan/uzaktan operasyonlar aracılığıyla etkilemeye çalışıyorlar. Teşbihte hata olmazsa, bu kez uluslararası/dış güçler “ateşteki kestaneleri kendi ellerini riske atmadan maşa kullanarak almayı” tercih ediyorlar. Bu benzetmeden hareketle, Libya olayını bir emperyalizm savaşı ya da Soğuk Savaş’ta çok yaygın olarak kullanıldığı gibi “Proxy-Maşa Savaşı” şeklinde görmek ne derecede mümkündür?
Libya savaşının, bir emperyalizm ya da Maşa Savaşı olma ihtimalini zayıflatan en önemli faktör, Libya’daki Kaddafi muhaliflerinin direnişe hala devam etmeleri, tüm baskılara rağmen şehirleri kontrol etme mücadelesini yapmaktan geri adım atmamaları gerçeğidir. Kaddafi’nin özellikle Bingazi’deki muhaliflere her türlü sözlü ve fiili şiddet uygulaması, ancak bu şiddet karşısında isyancıların geri adım atmaması, aksine mücadeleye devam etmeleri, onların bu konudaki kararlılığını ve iradesini göstermektedir. Normal ve rasyonel şartlar altında hiçbir insanın dışarıdan bir ülkenin veya tarafın yönlendirmesine uyarak hayatını kaybetme riski almayacağını dikkate alırsak, Libya mücadelesinin direniş ve muhalefet gücünün muhaliflerin kurduğu Libya Ulusal Konseyi’nin olduğuna hiç şüphe yoktur. Libya Ulusal Konsey Gücü’nün asıl hedefinin ne olduğu, örneğin farklı bayraklar taşımalarından hareketle farklı bir Libya kurmak mı istedikleri, bu noktada çok önemli değildir. Zira Libya’da nasıl bir yönetimin kurulacağı, Libya’da taraflar arasındaki çatışmalar tamamlandıktan sonra ortaya çıkacak olan halkın iradesine bağlı olacaktır.
Ancak kabul etmek gerekir ki, Uluslararası toplum, demokratik dönüşüm ve normatif ilkelere dayanarak Kaddafi’ye karşı muhaliflerin yanındadır; BM ve NATO güçleri, belki doğrudan destek şeklinde değil ama, dolaylı olarak muhaliflerin lehine ve Kaddafi’nin aleyhine bir uluslararası güç uygulamaktadır. Uluslararası operasyon, muhalifleri daha avantajlı hale getirirken, Kaddafi tarafını kıskaca almıştır. Libya’ya ambargo koymuş olan BM Güvenlik Konsey’inin 1970 sayılı kararı, teorik olarak tüm Libya’yı içermesine rağmen, pratikte Kaddafi’ye ve destekçilerine karşı etkili olmaktadır. BM 1973 sayılı kararı ise, direnişçiler dahil “sivilleri” korumak ve onlara “insani yardım yapılmasını” ve Libya silahlı kuvvetlerinin etkisiz hale gelmesini hedeflemektedir.
NATO, Türkiye’nin de destek ve yön vermesiyle, en nihayetinde BM kararlarını uygulamak için operasyona başladı. NATO kuvvetleri göreve başlamadan önce Fransa, İngiltere ve ABD’nin denizden ve karadan Kaddafi’nin savunma sistemlerinin vurmaları, Libya üzerinde uçuşa yasak bölgeyi oluşturmaları, NATO’nun işini en azından bu aşamada kolaylaştırdı. Bu konuda, genel bir konsensüsün oluştuğu görülüyor. Başlangıçta NATO’nun soruna karışmasına en çok itiraz eden Türkiye’nin de NATO’nun BM kararlarını uygulama görevini kabul eder duruma gelmesiyle birlikte, NATO içinde bir oybirliğinin oluştuğu görülüyor. Başbakan Erdoğan’ın bizzat belirttiği gibi, NATO, Bingazi Havaalanı üzerinden Libya’daki sivillere “insani yardım” ulaştırılmasını sağlayacak; hava sahasının Libya veya muhtemel destekleyici ülkelerin uçakları tarafından kullanımını engelleyecek; ve nihayet Akdeniz üzerinden ambargonun uygulanması çabalarına destek verecek.
Böylece NATO, tarihinde ilk kez, Ortadoğu’da bir operasyon yapmaya başladı. NATO’nın “alan dışı” bir bölgesi olmasına ve Ortadoğu’dan NATO ülkelerine bir saldırı olmaması rağmen Ortadoğu’ya açılması, önemli bir gelişmedir. Her ne kadar bu operasyonlar BM Güvenlik Konseyi çerçevesinde yapılmış olsa da, sonuç olarak NATO’nun alan dışına çıktığı açıktır. Bu nokta BM Güvenlik Konseyi yetkisi altında olmak bakımından Afganistan operasyonuna benzer olsa da, saldırıya karşı bir savunma gerekçesi olmak bakımından farklıdır. Bunu sonucunda NATO’nun nasıl bir konuma geleceği, örneğin NATO’nun İslam ülkelerine müdahale edip etmeyeceği merak konusudur. Daha da ilginci, bir süredir halk arasında yaygın olan “NATO’nun İslam’a karşı bir misyona sahip olduğu” gibi bilimsel olmayan görüşlerin doğru olup olmadığı tartışılmaya başlayacaktır.
Peki bu uluslararası siyasi ve askeri durum, uluslararası ilişkilerdeki Libya türü ulusal sorunların çözümü için bir örnek ya da model olabilir mi? Bir şartla evet olabilir: Libya sorununun bir karar operasyonuna dönüşmeden ve muhaliflerin kendi güçleriyle (ama uluslararası tolumun dolaylı desteği ile) başarılı olmaları durumunda, önemli bir örnek olabilir. Böylece, ülkelerin kendi sorunlarının kendi insanları tarafından çözülmesi sağlanmış olur. Bu durumlarda uluslararası toplumun doğrudan veya işgal yoluyla müdahalesi önlenmiş olur.
Ancak, eğer Libyalı muhalifler her türlü çabalarına ve uluslararası desteklere rağmen başarılı olamazlar ve Kaddafi güçleri galip gelirse, çok daha tehlikeli bir durumla karşılaşabiliriz. Bu kötü durum, ya Kaddafi’nin tüm muhalifleri tabiri uygunsa kılıçtan geçirmesi gibi bir felaket şeklinde olabilir; ya da halen görevde olan NATO kuvvetlerinin muhaliflere daha etkili destek vermek için kara kuvvetleri göndererek bizzat savaşa katılmaları şeklinde olabilir. Eğer ikinci felaket durumu gerçekleşirse, ilk defa NATO bir ülkeyi ve hatta bir Ortadoğu ülkesini işgal etmiş olur. Bu durumda NATO’nun nasıl devam edeceği, hatta varlığını sürdürüp sürdürmeyeceği tartışmaları başlar. Halen NATO’ya destek veren Türkiye’nin üyeliğiyle ilgili çok radikal gelişmeler olabilir.