Nebahat Tanrıverdi O, ORSAM Uzman Yardımcısı, nebahattanriverdi@orsam.org.tr
Önemli gelişmelerin peşi sıra yaşandığı Basra Körfezi Bölgesi’nde oldukça yoğun bir hafta geride kaldı. 2-5 Aralık’ta 25 ülkenin katılımı ile Manama’da güvenlik toplantısı gerçekleştirildi. Bahreyn’de ABD, İran ve Basra Körfezi ülkeleri bir araya gelirken, Cenevre’de ise 8-9 Aralık’ta İran ve BM Güvenlik Konseyi beş Daimi Üyesi ile Almanya arasında görüşmeler devam etmiştir. Basra Körfezi için çok önemli bir başka toplantı ise aynı hafta içerisinde Abu Dabi’de yapıldı. 6 Aralık’ta gerçekleştirilen 31. Körfez İşbirliği Konseyi Toplantısı’nı bu önemli gelişmeler bağlamında değerlendirmek faydalı olacaktır.
İki gün süren 32. KİK Toplantısı’nda öne çıkan önemli konulardan biri güvenliktir. Büyük silah alımları ve anlaşmaları ile gündeme gelen Körfez İşbirliği Konseyi üye devletlerinin güvenlik konusunda bazı hassasiyetlere sahip oldukları ve bu bağlamda toplantıda güvenlik konusunda birlik mesajı verdikleri yönünde bir yorum yanlış olmayacaktır. Toplantı boyunca üye ülkelerin temsilcilerinin, terörizmi engellemeye yönelik her türlü yardımı yapacaklarının altını çizmesi bu bakımdan önemlidir. Kapanış bildirgesinde her türlü terörle, terör bağlantılı aşırıcılıkla ve şiddetle mücadele edeceklerini ve bu bağlamda her türlü işbirliğine açık olduklarını belirtmeleri güvenlik konusunda Basra Körfezi’nde algıların keskinleştiğini göstermektedir. KİK bugüne kadar güvenlik işbirliğinde önemli sayılabilecek gelişmeler kat etmiştir. Bu bağlamda güvenlik konusu, her toplantının ana gündem maddelerinden biri olmuştur. Öte yandan, son zamanlarda Basra Körfezi’nde terör gruplarına karşı yürütülen operasyonların sayısında ve tutuklamalardaki artış bu durumu olağan olmaktan çıkarmaktadır.
Suudi Arabistan, El Kaide’nin Basra Körfezi’ni hedef alan terör dalgası ile 2003-2006 yılları arasında başarılı bir şekilde mücadele etmiştir. Ancak 2009 yılından itibaren Suudi ve Yemenli militanların ağırlıklı olduğu Arap Yarımadası El Kaidesi (AYEK) faaliyete başlamıştır. Aynı yıl içinde, 2009 Ağustos’unda Suudi bir El Kaide militanının İç İşleri Bakan Yardımcısı Prens Muhammed Bin Nayef’in makamına patlayıcı ile düzenlediği saldırı, Suudi Arabistan’da son yedi yıldır El Kaide tarafından düzenlenen saldırılardan Kraliyet Ailesine yönelik ilk saldırı olması bakımından önem taşımaktadır. Her ne kadar Prens bu saldırıdan hafif yaralarla kurtulsa da, Suudi Arabistan’ın güvenlik algısı için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Suudi Arabistan’ın, Irak’ta ve Afganistan’da deneyim kazanan El Kaide bağlantılı grupların Yemen’e ve Suudi Arabistan’a akması ve burada büyük çaplı eylemlere ve saldırılara geçmesine dayalı mevcut güvenlik kaygıları böylece artmış oldu. 2010 yılı içinde 58’si Suudi ve 52’i Yemenli olan 110 el kaide üyesinin Suudi Arabistan’ın Yemen sınırına yakın olan Jizan şehrinde yakalanmıştı. Yakalananların Suudi Arabistan’ın önemli petrol tesislerine yakın bir yerde bulunması ve bu tesislere saldırı hazırlığında oldukları iddiası Suudi Arabistan’da tedirginlikle karşılanmıştı. Suudi yetkililerin yaptığı açıklamalara göre, bu yıl Kasım ayına kadar El Kaide ile bağlantılı 18 grup tespit edilmiş ve bu bağlamda 149 kişi tutuklanmıştır. Tutuklananların 124’ünün Suudi olması ise sorunun Suudi Arabistan için bir başka boyutunu oluşturmaktadır.
Öte yandan Bahreyn ve Kuveyt’te de benzer şekilde güvenlik kaygılarının arttığını söylemek mümkündür. 2010 Ağustos ayında her iki ülkenin de Basra Körfezinde eylem hazırlığı içerinde olan Şii terör grupların tespit edildiğine dair güvenlik raporları yayınlanmışlardır. Bu raporları tutuklama dalgaları izlemiştir. Bahreyn’de bu bağlamda 200’ye yakın insan tutuklanmıştır. Bu nedenle terörle mücadelede talep edilen her türlü desteğin sağlanacağına dair verilen söz, hem içeride artan güvenlik tehditleri hem de basına sızan ABD kriptolarında Körfez ülkelerinin hala terörü desteklediklerine ve para aktardıklarına dair bilgi içermesi bağlamında dikkate alınmalıdır.
Basra Körfezi güvenliği açısından toplantıda ele alınan bir başka önemli konu ise İran’ın nükleer çalışmaları olmuştur. Toplantının İran bağlamında en önemli mesajı, İran’a “iyi komşuluk” bağlamında İran’ın altı Körfez ülkesinin iç işlerine karışmaması ve ilişkilerin karşılıklı saygı çerçevesinde yürütülmesi olmuştur. Manama Toplantı’sına paralel olarak, İran’ın çalışmalarını şeffaflaştırması ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ile işbirliği yapması yönündeki çağrıları tekrarlanmıştır. Basra Körfezi ülkeleri, İran’da İslam Devrimi gerçekleştiğinden beri İran’dan ve onun bölgesel çalışmalarından rahatsız olmuşlardır. Ancak buna rağmen izledikleri politikalarda “diyalog” ve “barışçıl yöntemler” söylemleri ön plana çıkmıştır. Basra Körfezinde bu söylemlerden öte bir politikanın varlığı, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Kuveyt’in ABD’ye İran’ın nükleer bir güç olmadan durdurulması gerektiğini yönündeki baskılarını belirten kriptolar ile ortaya çıkmıştır. İran resmi olarak sızan ABD diplomatik yazışmalarına değer vermediğini ve komşu ülkeler ile ilişkilerinin “derin ve güçlü” olduğunu açıklasa da, zaten ciddi şüphelere sahip olduğu bir konunun herkesçe duyulmasından memnun olmuştur. Bu nokta da Basra Körfezi ülkelerinin hem iç politika da hem de dış politikada öncesine nazaran daha hassas bir durumda olduğunu söylemek mümkündür.
Manama’daki Güvenlik Toplantısı’nda ve KİK Toplantısında “güvenlik” meselesinin ciddi oranda ön plana çıkması, son gelişmelerin Basra Körfezi’nde bir tedirginliğe neden olduğunu göstermektedir. Bu durumun bölgesel gelişmelere nasıl bir etkide bulunacağı ancak uzun vadede anlaşılabilir. Ancak ABD ve İran politikaları arasında kalan Basra Körfezi ülkelerinin bölgesel bağlamda kullandıkları yumuşak söylemlerin yerine, daha aktif bir politika ile eskisine kıyasla daha açık söylemler kullanacakları tahmin edilebilir.