Nebahat Tanrıverdi O, ORSAM Uzman Yardımcısı
Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’nün organize ettiği 7. Manama Diyalogu toplantısı 2-5 Aralık 2010 tarihinde 25 ülkenin katılımı ile gerçekleştirildi. Manama Diyalogu’nun çalışma alanı her ne kadar bölgesel güvenlik olsa da toplantıda Wikileaks aracılığı ile ABD kriptolarının sızması ve gündemi sarsmasının ardından ilk defa ABD, İran ve Basra Körfezi ülkeleri bir araya geldiler. Bu yılki toplantıya hem İran Dışişleri Bakanı Mutteki hem de ABD Dışişleri Bakanı Clinton’ın katılması, toplantıyı bu bağlamda daha önemli hale getirmiştir. Buna ek olarak toplantıya 25 ülkeden çeşitli bakanların ve askeri temsilcilerin katılması, Manama Diyalogu’nun daha önce görmediği bir ilgi olarak değerlendirilebilir. Abu Dhabi’de 8 Aralık’ta başlayan Körfez İşbirliği Konseyi Toplantısı ve Cenevre’de 8-9 Aralık’ta devam edecek olan İran ve BM Güvenlik Konseyi beş Daimi Üyesi ile Almanya arasındaki görüşmelerin aynı hafta içersinde olması, bölgesel anlamdaki ilgiyi arttıran gelişmelerdir.
Toplantı öncesinde, basında ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un Manama Diyalogu açılış toplantısında Wikileaks hakkında söyleyeceği sözler merak konusu olmuştur. Toplantının açılış konuşmasında, ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un bu çerçevede söylediği sözler ilişkilerin etkilenmeyeceği ve bu olaydan her devletin ve uluslararası toplumun ders çıkarması gerektiği yönünde olmuştur. Bugüne kadar Körfez ülkelerine dair yayınlanmış Wikileaks belgeleri, Körfez ülkelerinin resmi söylemleri ile ABD’yle görüşmelerinde beyan ettikleri arasında ciddi farklar olduğunu gösterse de, Körfez ülkeleri bu konuda oldukça sessiz kalmışlardır. Suudi Arabistan belgelerin kendileri tarafından hazırlanmadığını ve bu nedenle yalanlayacak bir durum olmadığını açıklamıştır. Diğer Körfez ülkeleri ise bu konuda benzer tutum içerisinde olmuşlardır. Körfez basını, yayınlarını İran ve Körfez ilişkileri dışında yayınlanan evraklara kaydırmış görünmektedir. Ancak tüm bunlar Clinton’un söylediği gibi ABD’nin önemli müttefikleri olan Körfez ülkeleri ile ilişkilerinin etkilenmeden devam edeceği şeklinde yorumlamak yanlış olacaktır. Suudi Arabistan’ın eski Washington Büyükelçisi olan Prens Turki El Faysal’ın ABD’nin güvenirliğinin, Wikileaks ile hasar gördüğüne dair sözleri bu bağlamda önem taşımaktadır. Prens Turki’nin sözleri Körfez’in Wikileaks hakkındaki sessizliğini bozması olarak görülebilir. Prens Turki, açık bir ifade ile ABD’nin Körfez devletleri nezdinde güvenilirliğini yeniden inşa etmesi gerekeceğini söylemiştir.
Diyalogda Yemen sorunu, Filistin Devleti konusundaki çözümsüzlük ve Irak’taki mevcut duruma dair görüşmeler ön plana çıkmıştır. Ancak toplantıda görüşülen İran’ın nükleer faaliyetleri konusu, birkaç sebepten ötürü önemlidir. Öncelikle, ABD Dışişleri Bakanı Clinton, İran Dışişleri Bakanı Mutteki’nin ve Körfez ülkelerinin temsilcilerinin de bulunduğu açılış konuşmasında “herkesin İran’ın nükleer çalışmaları konusunda takındığı tavrı bir sorun olarak algıladığını” söylemiştir. Clinton konuşmasının devamında, uluslararası toplumda İran’ın nükleer bir silaha sahip olmaması gerektiğine dair uzlaşmanın mevcut olduğunu belirtmiştir. Körfez ülkelerinin İran’ı büyük bir tehdit olarak gördüğünü ve askeri bir operasyonun yapılması için baskı yaptıklarını belirten Wikileaks belgelerinin basına sızmasının ardından, Clinton’un İran konusunda Körfez ülkelerinin de bulunduğu bu toplantıda böylesine açık ifadeler kullanması dikkat çekici bir gelişmedir. Bunun yanı sıra Suudi Arabistan Prensi Turki El Faysal ise İran’ın Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ile işbirliği yapma sorumluluğu olduğunu ve İran’ın şüpheleri ortadan kaldırması gerektiğini belirtmiştir. Bir başka önemli sayılabilecek açıklama Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah Bin Zayed El Nahyan tarafından Manama Diyalogu’nda yapılan güvenlik görüşmelerinde yapılmıştır. Bin Nahyan, İran’ın nükleer çalışmaları ile ilgili sorunda çözümün yine bölgeden gelmesi gerektiğini belirtmiştir. Batı ülkelerinin İran’ın nükleer çalışmalarının “sadece kendilerini ilgilendiren” tavrından rahatsız olduklarını ve nükleer görüşmelerine Körfez ülkelerinin de dahil edilmesi gerektiğini söylemiştir. Benzer bir görüş Körfez İşbirliği Konseyi Başkanı Abdulrahman Bin Hamad El Attiya tarafından da dile getirilmiştir. Attiya, İran’a komşu olan altı Körfez ülkesinin tüm bu görüşmelerin detayları konusunda bilgilendirilmesi gerektiğini ve sürecin kendilerini hem siyasi hem de güvenlik bakımdan ilgilendirdiğini açıklamıştır. İran ile 5+1 ülkeleri arasında Cenevre’de nükleer meselenin görüşüldüğü bir sırada söylenmiş bu sözler, önümüzdeki dönemde Körfez ülkelerinin süreçte daha aktif bir rol oynayabilecekleri ihtimalini güçlendirmektedir.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, toplantıda yaptığı konuşmasında, bölgenin nükleer silahlardan arındırılması gerektiğini belirtmiştir. Öte yandan nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanımının bir hak olduğunu söylemiştir. Güvenlik ile ilgili kaygıların sadece askeri yöntemler ile giderilemeyeceğini ve sosyal, ekonomik ve kültürel güvenlik araçları ile giderilebileceği mesajını vermiştir. Türkiye, Körfez ülkeleri ve İran çerçevesinde, bölgede uzlaştırmacı bir politika izlemeye çalışmaktadır. Bu bağlamda yaptığı çalışmalar, bölgede Türkiye’nin önemli bir aktör olarak algılanmasını sağlamıştır.
Sonuç
Bölgesel güvenlik meselelerinin görüşüldüğü Manama Diyalogu’nun önceki 6 toplantısında, Körfez güvenliği, deniz haydutluğu sorunu, enerji arz güvenliği, nükleer, terörle mücadele gibi konular görüşülmüştür. 2-5 Aralık 2010’da gerçekleştirilen toplantı çerçeve olarak bu konuları içermiş olmasına rağmen, hem katılımcıların çokluğu ve önemi hem de zamanlaması bakımından farklılık arz etmektedir. ABD-İran-Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin nasıl bir seyir izleyeceği konusundaki merakın paylaşıldığı yorumu yapılabilir. ABD’nin çıkarları açısından stratejik öneme sahip Körfez’deki müttefikleri ile ilişkilerini, Wikileaks sızıntıları sonrasında iyileştirme arayışında olduğu söylenebilir. Körfez ülkelerinin güven bunalımı yaşadıkları yönündeki beyanları ve telafi taleplerini bu toplantıda net ifadeler ile belirtmeleri bu bakımdan önemlidir. Öte yandan, İran’ın nükleer çalışmalarına dair sorunun “diyalog” ile çözülmesi yönündeki çağrıları sürekli yineleyen Körfez ülkelerinin, kapalı kapılar ardında “askeri operasyon” yönünde baskı yaptıklarının kamuoyunda duyulması, İran- Körfez ülkeleri ilişkilerini de etkileyecektir. İran, Wikileaks sızıntılarını bir komplo olarak değerlendirse de, Körfez ülkelerinin silah alımlarına dair gelişmelerde takındığı tavra yakın bir politika izleyebilir. Körfez ülkelerinin ise ilerleyen süreçte daha aktif bir politika izleyecekleri ihtimali güçlenmektedir.