Arap devletleri, Donald Trump’ın açıkladığı Gazze planına farklı şekillerde karşı çıktılar. Fakat bu üst perdeden gerçekleştirilen açıklamaların ardında her ülkenin kendi ekonomik ve jeopolitik öncelikleri doğrultusunda hareket ettiği görülmektedir. Trump’ın Gazze ve dolayısıyla bölgeye dair önerisi bu farklılıkları ortaya çıkarmakla kalmamış aynı zamanda bölgedeki mevcut gerilimleri daha da derinleştirmiştir.
Petrol zengini Körfez ülkeleri, İsrail’i özellikle 2020’li yıllardan itibaren giderek daha çok ticaret, teknoloji ve yatırım açısından kilit bir ortak olarak görmektedir. Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) İsrail ile bağ kurma yönündeki erken hamlesi somut sonuçlar doğurmuştu: İkili ticaret, 2020’de neredeyse sıfır seviyesinden 2021’de 1 milyar doların üzerine çıkmıştı. 2022’li yıllarda ise bu rakamların 4 milyar dolara yaklaştığı görülmektedir. Bu gibi realpolitik meseleler İsrail’in Gazze’deki eylemlerini kamuoyu önünde eleştirseler bile Körfez liderlerini bu ülkeyle bağlarını koparmaktan kaçınmaya yöneltmektedir.
Arap dünyasında liderlerin bu konuda hassas bir denge kurmaya çalıştığı görülebilir. Trump’ın Gazze’ye ve bölgeye yönelik planları açıkça kınanırken yeni dönemdeki ekonomik avantajlar sessizce korunmaya çalışılmaktadır. BAE’nin Gazze’nin yeniden inşasını daha geniş kapsamlı barış müzakerelerine bağlama çağrısı, bu yaklaşımı yansıtmaktadır. Dolayısıyla Körfez’in buradaki angajmanları hesaba katıldığında Filistin’in ve Filistinlilerin haklarını desteklemekle birlikte son dönemde elde edilen diplomatik ilerlemelerden de vazgeçilmemektedir.
Arap devletlerinin Trump’ın Gazze planına verdikleri tepkiler yalnızca ideolojik kaygılardan değil aynı zamanda jeopolitik önceliklerden kaynaklanmaktadır. Birçok ülke, İran’ın artan etkisini büyük bir tehdit olarak görmekte ve bu tehdidi dengelemek için İsrail ile ABD’yi önemli ortaklar olarak değerlendirmektedir. Bu çerçevede İsrail ile belirli Arap ülkeleri arasında devam eden askerî iş birlikleri de bu meseleyi desteklemektedir. Örneğin, 2024’te Suudi Arabistan, BAE ve diğer bazı ülkelerin, İran’ın füze tehditlerine dair İsrail ile istihbarat paylaştığı ve ortak hava savunma sistemlerinin saldırıları durdurmasına yardımcı olduğu gündeme gelmişti. Geçmişte düşünülemez olan bu iş birlikleri, derin bir ayrışmayı ortaya koymaktadır. Arap ülkelerinin halkları Filistinlilere destek talebinde bulunurken bu hükûmetler temelde pragmatik anlamda İran’ı sınırlandırmaya odaklanmaktadır. Ancak burada Katar, farklı bir yol izlemekte; İran ile dostane ilişkilerini sürdürmekte ve Hamas gibi Filistinli grupları desteklemektedir. Bu da Suudi Arabistan ve BAE’nin hedefleriyle çelişmektedir. Bu bağlamda Trump’ın önerisi, bu farklılıkları tekrar ortaya koymuştur. Örneğin Suudi Arabistan, her ne kadar inişli çıkışlı ilişkiler olsa da Joe Biden döneminde İran karşıtı bir strateji kapsamında ABD öncülüğünde İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye yönelik bir anlaşmaya doğru ilerlemekteydi. Ancak Gazze’den sürgün planı, bu ilerlemeyi sekteye uğratmıştır. Arap ve Müslüman kamuoyunu yatıştırmak amacıyla Riyad, Filistin devletine verdiği desteği güçlendirmiş ve bu görüşmeleri askıya almıştır.
Her Arap lider, Filistin meselesinin halkları için son derece duygusal bir konu olduğunun farkındadır. 2023-2024 Gazze Savaşı’nda, İsrail’in sebep olduğu yıkım karşısında Fas’tan Ürdün’e kadar uzanan bölgelerde halkların öfkesi taşmış ve protestolar patlak vermiştir. Filistinlilerin kalıcı olarak yerlerinden edilmesi planı, Arap halkları için düşünülemez bir senaryodur ki büyük ihtimalle böyle bir planı destekleyen herhangi bir yönetici, ciddi bir halk tepkisiyle karşılaşacaktır. Milyonlarca Filistinliye ve onların soyundan gelenlere ev sahipliği yapan Mısır lideri Abdülfettah es-Sisi ve Ürdün Kralı II. Abdullah gibi yöneticiler, bu nüfusu başka bir bölgeye yerleştirme fikrini halklarının reddedeceğini bilmektedir. Bu nedenle Mısır ve Ürdün, Trump’ın planının Filistin meselesini ortadan kaldırma tehdidi taşıdığı konusunda hızla uyarıda bulunmuş ve bu temel meseleyi terk etmenin iç istikrarsızlığa yol açabileceğini vurgulamıştır.
Protestoların nadiren görüldüğü daha zengin Körfez ülkeleri bile Müslüman dünyasındaki itibarlarını göz önünde bulundurmak zorundadır. Trump’ın önerisi, bu liderlerin huzursuzluk korkularını artırmış ve hatta Batı yanlısı hükûmetleri bile bu planı kesin bir şekilde reddetmeye itmiştir. Körfez ülkelerinin İsrail ile belirli oranda ilişkiyi kabul edebilecekleri açıkken Filistinlilerin topyekûn yerlerinden edilmeleri, bu devletlerin de aşmayı göze alamayacakları sınırları göstermektedir. Bir diğer anlaşmazlık noktası, Gazze’nin toparlanma maliyetini kimin karşılayacağıdır. İsrail’in 15 ay süren yıkımının ardından hasar çarpıcı boyutlardadır. Dünya Bankası raporuna göre; Gazze’nin yeniden inşa maliyeti 50 milyar doları aşabilir. Bu çerçevede Trump’ın, Körfez ülkelerinin Gazze’nin dönüşümünü finanse etmesi önerisi öfkeye yol açmıştır; hiçbir Arap lider, Gazzelileri yerinden etmek için maddi destek sağlamakla suçlanmak istememektedir.
Yine de Gazze’nin toparlanması için büyük bir yatırıma ihtiyaç olduğu konusunda görüş birliği bulunmaktadır. Bu çerçevede Mısır, Filistinlilerin yerinde kalması koşuluyla, Arap bağışçılardan yeniden inşa için 20 milyar dolar toplanmasını önermiştir. Ancak sürecin maliyetlerinin ve yönetimin kimin tarafından üstlenileceği önemli bir anlaşmazlık konusudur. Bu bağlamda, Mısır ve BAE’nin süreci yönetme konusunda daha istekli olduğu gözlemlenmektedir. Kahire, kendisine fırsat verilmesi hâlinde Gazze’yi üç yıl içinde yeniden inşa edebileceğini dahi iddia etmiştir. Diğer devletler ise temkinli davranmaktadır ve tek bir ülkenin fazla nüfuz kazanmasından çekinmektedir. Aslına bakıldığında bu meselede, ekonomi ve siyaset iç içe geçmiştir. Bazı Körfez ülkeleri, Gazze’ye fon sağlamayı bölgesel etkilerini artırmanın ya da ABD’nin hedeflerini desteklemenin bir yolu olarak görürken Katar ve onun gibi diğerleri, yardımı kendi kanalları veya Birleşmiş Milletler aracılığıyla yönlendirmeyi tercih ederek siyasi ajandalardan uzak tutmayı amaçlamaktadır. Trump’ın önerisi, Gazze’nin savaş sonrası geleceğini kimin yönlendireceği konusunda bir rekabeti körüklemiş; Arap devletleri, bu süreci Washington’ın değil kendi şartlarına göre yönetme çabası içine girmiştir.
Trump’ın, “Gazzeliler olmadan bir Gazze” vizyonu, görünüşte bir krizi çözmek için beklenmedik bir düşünce olarak sunulmuştur. Ancak gerçekte bu öneri öfke ve bölünmeyi körüklemiştir. Ne var ki bu öfke birlikteliği negatif bir nitelik taşımaktadır. Çünkü buradaki birliktelik, ortak bir plan yahut vizyona yönelik bir birlikteliği değil bir şeye karşı olan birlikteliği temsil etmektedir. Dolayısıyla Gazze’nin yıkıntılarından kalıcı bir Arap dayanışması ortaya çıkmamıştır. Bunun yerine bu olay, Arap dünyasını kateden hassas fay hatlarını ortaya çıkarmıştır. Kısa vadede, Trump’ın Gazze planı ters tepmiş ve Arap liderlerini Filistin haklarını savunmak için bir arada durmaya sevk etmiştir. Ancak uzun vadede bu durum Arap devletlerinin ayrılıklarını vurgulamıştır. Arap dünyası, İsrail’in ekonomik ve güvenlik yörüngesine entegre olmak isteyenlerle realpolitik açıdan Filistin davasından vazgeçmeye hazır olmayanlar arasında bölünmüş durumdadır. Ayrıca, Filistin devletinin ilan edilmesi gibi konuların nasıl hayata geçirileceği konusunda da görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Bu sürecin müzakere ve devlet inşası yoluyla mı yoksa direniş ve uluslararası baskı aracılığıyla mı ilerlemesi gerektiği tartışılmaktadır.